Ne kadar boş şeylerle uğraşıyoruz
Zaman zaman bu köşede yazarım. Her fırsatta televizyonlarda da söylerim. Bizimle tartışmalarda iş birliği yapmak isteyenlere cevabımız çok açık ve nettir. Kendilerine bizim 2 kırmızı çizgimiz olduğunu söyleriz: “1. Kırmızı çizgimiz, Allah’ın Kitabı ve Resulü'nün Sünnetidir. İkincisi de Dinim, Vatanım, Milletim ve Devletimdir.
Bu sonuncusunu, bir canlı yayında söylediğim zaman, bir adam telefonla Canlı Yayına bağlandı. “Devlet İslâm Devleti değildir” diyordu. Ben böyle bir zamanda ve bu şartlarda rahatlıkla bu sözleri söyleyenin bir provokatör olabileceğini düşündüm. Ve kendisine şöyle cevap verdim: “Ulan salak, sen ne zaman tam Müslüman oldun da Devlet Dinsiz kaldı?” dedim. Tartışmalarda bizimle dost olmayı, daha doğrusu bizimle birlikte hareket etmeyi teklif edenlere biz, yukarıda yazdığımız 2 Kırmızı çizgimizi söyleriz. Hemen arkasından da “O çizgileri çiğnerseniz, bizi karşınızda bulursunuz. Ona göre dikkati olun” deriz.
Dünyadaki özel ve Kamusal bütün oluşumlara da O Kırmızı çizgiler Açısından bakarız. İki gün önce yazdığımız Sanat ve Sanatçıya da aynı açıdan bakıyoruz.
Mekke’nin Fethinde kendilerine binlerce yıldır, tapınılan Dünyaca ünlü putların hiç mi eski eser ve tarihi değeri yoktu? Allah’ın Resulü onları kırdırmakta bir an dahi tereddüt etmedi. Fahr-i Kâinat Efendimiz bir Hadisî Şeriflerinde mealen: “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım” buyuruyorlar. Bu ölçüye vurulunca, bugün Sanat denilen nice alışkanlıkların, insanların sırtına maddî ve manevî yük olmaktan başka hiçbir işe yaramadığı görürüz.
Bir TV kanalında Genç Bakış adında bir program yapıldı. Yapılmaktan ziyade, 1000’e yakın pırıl pırıl üniversite gençlerinin, sınavların yaklaştığı şu günlerde, altın değerindeki zamanları heder edildi. Hiçbir sonuca varılamayan, üstelik de seçilen konuya bile girilmeyen o tartışmaları kim bilir kaç yüz kişi de geç vakitlere kadar ekran başında izlediler?
Onların arasında maalesef ben de vardım. Gençlerin Sanattan ziyade Siyasete çekildiklerini gördüm. Hem de sadece CHP paraleline çekiliyorlardı.
Esas konu, aslında, adını hiç duymadığım, yüzünü ekranlarda bile seçemediğim, Kullandığı enstrümanı da hiç sevmediğim bir çalgıcının sözleri üzerinde Siyaset yapmaktı.
çalgıcı güya: “Ak Parti’nin İktidara gelmesi ile, Sol oyların oranı, %30’lara düştü. Böyle bir ülkede artık yaşayamam. Burayı terk ediyorum” diyesiymiş.
Bu konuda bir şey söyleyecek değilim. Her gönülde bir aslan yatar. Ancak yüreği kavi olanlar, Gerçek Sanatçılar gibi kendi kendilerini aşabilenler; hoşnutsuzlukla karşılaştılar mı; hemen kirişi kırmazlar. Tam aksine daha fazla bilenmiş olurlar. Ben Sanatçı değilim amma, Sanatsever bir mizaca sahibim. Bırakınız Demokratik Mücadelede, sevmediğim bir Partinin İktidara geçmesini..
Allah saklasın Vatanımız, kanlı katillerin, Bölücülerin, Teröristlerin, hatta Dünyanın en güçlü Terörist Devleti olan Dış Düşmanların eline geçse, ben şahsen kanımın son damlasına kadar onlarla çarpışırım. Ve şerefimle ölürüm.
Bu İktidarın yerinde de olsam, “Burası Onun Vatanıdır. Gitmemelidir” diyerek, üzüntümü belirleyip timsah gözyaşları da dökmem. O sanatçıya Kırmızı Pasaport çıkartırım. Hangi ülkeye gitmek istiyorsa, oraya kadar uçak biletini de alırım; kendisini davul zurna ile yolcu ederim. Tıpkı kimi Devrimcilerin, ölülerini alkışlarla yolcu ettikleri gibi…
Bir gün bana böylesi bir Cenaze Töreninin ne anlama geldiğini sordular. “Onu ben bilemem. Kendilerine sorun” dedim. Bence İyi ki geberdin de Cehennemi boyladın demekten başka bir anlama gelemeyeceğini söyledim.
Bizim geleneğimiz, ölülerimizi hayırla yâd etmektir. Alkış icadını çıkaranların niçin sevindiklerini benim Gerici Havsalam almaz. Saygılarımla...