Zalimden adalet beklemek!..
ABD’DE 75 yıl hapis istemiyle tutuklanan, kefaletle tahliye talebinin 4 Nisan’da karara bağlanacağı belirtilen Reza Zarrab’ın geleceği hakkında şimdiden bir şeyler söylemek fazla bir anlam ifade etmiyor. Ancak, medyamızda konu etrafında iki farklı yaklaşım oluştuğunu söylemek yanlış olmaz. Bir tarafa göre sadece Zarrab değil, işbirlikçilerinin de tutuklanıp yargılanması kaçınılmaz iken, diğer bir kesim de olayı Türkiye’nin köşeye sıkıştırılmaya çalışılması için atılmış bir adım olarak görüyor. Böylece İran’a yönelik ambargonun kalkması ile Türkiye’nin pastadan fazla pay almasının engellenmeye çalışıldığı şeklinde yorumluyor. Bu konuda önceki günkü yazımda ilk aklıma geleni ifadeye çalışmış ve özellikle Gülen’i koruma ve kollama görevini üstlenmiş olan ABD’nin bu yönde attığı bir adım olarak nitelendirmiştim. İşin doğrusu elbette çok geçmeden ortaya çıkacaktır. Ancak, dünyayı bir baştan öte başa sömüren, bir ABD’den adalet beklemenin fazla bir anlamı olmadığını vurgulayarak daha önce de atıfta bulunduğum, “Bir ekonomik tetikçinin itirafları” isimli dört ciltlik kitabın “KAFES” adı altında piyasaya sunulan 4. cildinden kısa bazı alıntılar yaparak, son gelişmelere bir de bu açıdan bakılmasını rica edeceğim. Aslında, ABD devleti ile doğrudan ilgili, ABD adına gelişmekte olan ülkeleri küresel şirketlerin nasıl sömürdüklerini, yıllarca bu işin içinde bulunmuş kendiside, “Ekonomik Tetikçi” olan bir kişinin kaleminden arzu edenlere dünya olaylarını görmeleri açısından kitabın tamamının okunmasını tavsiye ederken, buna vakti olmayanlara ipucu vermek açısından alıntılarımı aktarmak istiyorum:
“Clinton’un ‘Afrika Rönesansı’ programı, ülkesinin kapılarını Amerikan şirketlerinin talanına açması şartıyla birbiri ardına acımasız diktatörleri desteklerken, protesto etmedik. 11 Eylül sonrası askerlerimizi Irak’a göndermenin mantığını sorgulamadık.”
“Dünyanın yarısı açlık sınırının altında yaşam savaşı verirken, toplam nüfusun yüzde 5’inden azının yaşadığı ABD’nin, dünya kaynaklarının yüzde 25’inden fazlasını tükettiği bu sistemin etkin olduğuna inanarak kendimizi kandırdık. Fakir ülkelerin aldığı her 1 dolarlık dış yardım için borçlarını ödemeye 1 dolar 30 cent harcadıkları ve bir kıtanın -Afrika- borç ödemelerine, sağlık harcamalarının 4 katı para harcadığı bir sistem.”
“Seçilmemiş diktatörler çokuluslu şirketlerin, uluslar arası bankaların ve CİA’ın çabaları sonucunda yönetime getirildiler. Birkaç örnek vermek gerekirse İran’da Şah Pehlevi, Endonezya’da Suharto, Şili’de Augusto Pinochet, Nikaragua’da Somoza, Mısır’da Enver Sedat, Angola’da Jonas Savimbi, Zaire/Kongo’da Mabutu.”
“Bir CİA raporuna göre, Asya, Latin Amerika ve Doğu Avrupa’dan kanun dışı yollardan getirilen her yıl 50 bine yakın kadın ya da çocuk ucuz işçi veya hizmetçi olarak çalışmaya zorlanıyor.
Bu kadın ve çocukların çoğu, ekonomisi şirketokrasi politikaları (ABD devlet destekli küresel şirketler) ile çökertilen ülkelerdeki borçlu aileler tarafından satılıyor.”
“Eğer sistemimiz milyonlarca çocuğu ekonomik kölelere dönüştürmeye bağlıysa, o zaman gelecek çocuklarımız için ne getirecek? Eğer sanayileşmiş dünya, ucuz petrole duyduğu açlığı ancak diğer ülkeleri avuçlarının içine alıp, onları asla geri ödeyemeyecekleri borçlar altına sokarak beslemek niyetindeyse, acaba gelecekteki refah ve yaşam tarzımız nasıl bir şekil alacak?” Sanıyorum bu kadar bir alıntı yeterli olacaktır. Elbette üzerinde düşünmek, sömürü çarklarını nasıl işlemez hale getirebiliriz sorusunun cevabını araştırmak durumundayız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.