Bölge barışı Müslümanların kucaklamasına bağlı
ARTIK herkes İslam dünyasının gelişmesi, barışa kavuşmasının yolunun kucaklaşmadan, birlikten geçtiğini görmek durumunda. Bölgemizin sorunlarının giderilmesini bölge dışı güçlerden, bir diğer ifadeyle Haçlılardan bekleyenler eğer gaflette değillerse bilinçli bir ihanet içindedirler. Kimseyi ihanetle suçlamayı sevmem. Burada sözünü ettiğim ihanet bir takım ülkelerin yönetimindeki kişilerin gaflet ya da bazı hesaplar ve menfaatler uğruna Haçlıların kanadı altına girmeyi, ülkelerinin gelişmesi, barış ve huzurun sağlanmasını bilerek ya da bilmeden bölge dışı güçlerden bekler hale gelmiş olmalarını kastediyorum.
İslam dünyasının sömürülmesini kolaylaştırmak için sürekli olarak bir takım ihtilaflar icat edilmiş, var olan bazı anlaşmazlık konuları da bilinçli bir şekilde körüklenmiştir. Ne var ki, bu oyun bilinmesine rağmen İslam ülkeleri yeter artık dememiş/diyememiştir. Hâlbuki İslam dünyasının kucaklaşması ‘Allah’ın ipine’ sarıldığımızda çok kolaydır. Yeter ki, sömürgeci güçlerin oyununa gelinmesin. Onların istediği şekle girme yanlışından kurtulabilelim. Artık, net bir şekilde görüldü ki, Müslümanlar ne kadar Haçlılara şirin görünmeye çalışırsa çalışsınlar,tamamen kimlik değiştirmeden, onların boyası ile boyanmadan kabul görmeyeceklerdir. Bunun en açık örneği Türkiye’nin 1959’da temeli atılan bugünkü Avrupa Birliği’nin kapısında bekletilme macerasıdır. Müslümanların huzur ve barışı sağlamalarının yolu aralarındaki uzlaşma ve kucaklaşmadan geçiyor. İstanbul’da gerçekleştirilen Müslüman ülkeler liderler zirvesinin bu kucaklaşmanın ilk adımı olursa bilinmelidir ki pek çok mesele çözüme kavuşturulmuş olacaktır. Bunun için İslam ülkeleri yöneticilerine ve özelliklede medyaya çok önemli görevler düşüyor. Ülkeler arasında görüş ayrılıkları olmaması mümkün değildir. Bunu yadırgamamak gerekir. Ancak, görüş ayrılıklarının kan davasına dönüştürülmesi sıkıntı konusudur. Mesela, İstanbul’daki zirve bazı medya organları tarafından İran’a yönelik bir hamle/uyarı olarak sunuldu. Hâlbuki olayın Ümmetin kucaklaşması olarak sunulması çok daha yararlı olurdu. Birisi var olan görüş ayrılıklarını körüklerken diğeri yakınlaşmanın önünü açan bir yaklaşımdı. Ülkelerin çıkarları zaman zaman çatışabilir. Önemli olan diplomatik yollarla bu çatışmanın en aza indirilmesi, mümkün olursa giderilmesidir. Özellikle bölgemizde geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de birlikte yaşayacağımız gerçeğini unutmadan bir taktım farklılıkları bilek güreşi haline dönüştürmemek gerekiyor. Bu noktada, sömürgeci güçlerin, yani Haçlıların karşısında korkak kendiye dönenlerin birbirleri karşısında aslan kesilmelerinin de anlamı yoktur. Böyle bir tavır sadece sömürgecilerin işini kolaylaştırıyor.
Geçmişte, özellikle Suriye’de yaşanan olaylar vesilesiyle bazı medya organlarının sürekli olarak İran aleyhtarı bir kampanya yürüttüklerine dikkat çekmiş bu yolla bir yere varılamayacağını vurgulamıştım. İran elbette sütten çıkmış ak kaşık değildir. Ama bölgemizi karıştıranların başında İran’ın geldiğini düşünmek ve böyle takdim etmek. Sömürgeci güçlerin oyunlarını ya görememek ya da gözlerden saklayama yönelik bir hamle olabilir.
İran devriminin ardından Saddam’ı İran’a saldırtanlar, daha sonrada Kuveyt’in işgalinin ardından Irak’ı işgal ederek kurulu düzene son veren ve bugünkü karmaşanın temellerini atanların ABD ve yandaşlarından başkaları olmadığını söylemeye bile gerek yok. Irak işgal edilip Suriye karıştırıldıktan sonra bölge ülkeleri bakış açılarına göre devreye girmeye başladılar. Bölge ülkelerinin Suriye ile ilgilenmesini anlamak mümkün ama ABD ve AB ülkeleri ile Rusya’nın Suriye’de ne işi olduğunu sormadan birbirimizi suçlamanın anlamı olabilir mi?
Kısacası, Haçlıların oyununa gelmeden aramızdaki bir takım görüş ayrılıklarına rağmen, ‘ümmetin kucaklaşmasına’ destek vermek gerekiyor. Bunun dışındaki tüm tutumlar Haçlıların işine yaradı/yarayacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.