AB ve ABD tam teslimiyet istiyor!..
UZUN yıllardan beri Türkiye safını Batı’nın daha doğrusu iki kutuplu dünyada ABD’nin safında belirledi. Belki de bu belirlemeye zorlandı. Yani, gönüllü olmasa da mecburen ABD’nin safında yer aldı. Sömürgeciler İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında dünyayı aralarında paylaştıklarında belli ki Türkiye ABD’nin payına düşmüştü ve o günün şartlarında buna fazlaca itiraz da edilemedi. Bu arada özellikle Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikaları da gönlü ya da gönülsüz Türkiye’yi ABD’ye itti. Aslında iki kutuplu dünyada belirleyici konumunda olan ABD ve Rusya idi. Onlar da aralarında anlaşmış olunca gelişmekte olan ülkelere fazlaca bir tercih hakkı da kalmamıştı. Türkiye olarak 150 yıla yaklaşan bir süre boyunca yakalanmış olduğumuz Batılılaşma, onlara benzeme hastalığı da Türkiye’nin ABD’nin kanatları altında yer almasını kaçınılmaz kıldı. Ne var ki aradan bunca zaman geçmesine rağmen Batı ile ilişkilerde Türkiye sadece istenenleri yapmak, kendine verilen rolü oynamak durumunda kaldı. Özellikle kendi geçmişi ile bağlarının kopartılması, İslam dünyasının içinde yerini korumak varken Batı’nın kanatları altında kendine liman araması da sığındıklarımızı iyice şımarttı. Verilen rolü oynamamızla da onları memnun edemez olduk. Artık, tam teslimiyet istiyor, irademizi tamamen onlara teslim etmemizi ister hale geldiler.
Bu arada devreye birde AB girdi. Türkiye daha söz konusu örgütün adı Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) iken onlarla beraber olma iradesini ortaya koydu. Koydu ama kabul görmedi. Çünkü ABD gibi AB’de eşit ortak olarak değil Türkiye’nin tam teslim olmasını, hatta aralarında yer alacak isek sadece yasalarımızı değil her yönü ile onlara benzememizi ister oldular. Her şeyimiz ile onlara benzediğimiz takdir de aralarına alacaklarını söylemek mümkün değil. Kısacası AB’nin bir Hristiyan Kulübü olduğunu, aralarına girecek isek dinimiz dâhil her şeyimiz ile onlar gibi olmamızı dayattılar/dayatıyorlar.
Bunca dayatmaya ‘evet’ demek mümkün değildi. Bir an evvel ya Batı kulübüne kaşı alternatif dış politikalar üretmemiz ya da bize yakışan yere yönelmemiz, paramparça olmuş İslam dünyasının birleşmesini sağlamak için harekete geçmemiz gerekiyordu. Güçten başka bir şeyden anlamayan sömürgecilerin karşısında denge unsuru olacak yeni bir cephe oluşturmak lazımdı. Bu elbette kolay değildi. Sadece biz değil tüm İslam dünyası Batı’nın hakim kültürünün tesiri altına girmiş, kendi değer yargılarını esas alarak düşünmüyor, değerlendirme yapmıyordu. Uzun süre İslam ülkeleri kendilerine ya Batı Bloku olarak nitelendirilen yerde ya da Sovyetlerin temsil ettiği Komünist blokta yer aradılar. Komünizmin iflas etmesinin ardından Sovyetlerin dağılması ile ABD dünya üzerinde tek belirleyici olarak kaldı. Bu da onu iyice şımarttı. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın, “AB ve ABD, Türkiye’ye karşı ikircikli politika izliyor” değerlendirmesine bu açıdan bakmak yanlış olmaz. Çünkü ABD ve AB Türkiye’yi sürekli ev ödevleri ile sınava tabi tutar bir tavır sergiliyor. Elbette bu durumun tespiti önemli ama yeterli değildir. Alternatifi dış politika üretmek gerekir. Bu yönüyle gereksiz yere bozulmuş olana Rusya ile ilişkilerin yeninden düzeltilme yoluna girilmesi iyi olmuştur. Hatta bununla da yetinmeyerek İran ve Suriye ile de bir takım yaklaşımlara girişilebilir. Çünkü artık kesin olan husus ABD ve AB’nin Türkiye’ye dost olması mümkün olmayacağıdır. Tüm bunlara rağmen esas olan husus İslam Birliği’nin tesisi hususunda çabaların artırılarak yürütülmesidir. Türkiye’nin bulunması gereken esas yer İslam Dünyasıdır. Bunu istesek de değiştirmemiz mümkün değil. Bu milletin İslami kimliğini uzun yıllar uğraşmalara rağmen kimse yok edememiş, bundan sonra da edilemeyecektir.
***
Bir Ramazan’ı daha İslam dünyası büyük acılarla geçirdi ve bayrama ulaştık. Bayramları bayram olarak kutlayabileceğimiz günlere ulaşma dileğiyle tüm okuyucularımın Ramazan Bayramı’nı tebrik ediyor, hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.