Demokrasi, sesi fazla çıkanların haklı olduğu rejim midir?
Sesi fazla çıkanların toplumu etkilediği ve yönlendirdiği bir rejimin adı demokrasi ise iddiaların aksine böyle bir sistemde hakkın ve adaletin hâkim olması mümkün olmayacaktır? Ülkemizde yıllardan beri yaşananlara baktığımızda bile bu gerçeği görebiliriz. Çağımızın iletişim çağı olduğu her fırsatta vurgulanır. Doğrudur da… Sadece gazetecilik mesleğine başladığım 1970 yılından bu yana baskı ve iletişim araçlarında yaşanan değişime baktığımızda bile bu gerçeği görmek mümkündür. Böyle olunca da özellikle siyaset alanında genelde hayatın her alanında iletişim vasıtalarına doğrudan ya da dolaylı yollardan hâkim olmak, bu alanda kontrolü elde tutmak, toplum üzerindeki etkiyi artırmak birinci hedef haline gelmektedir. Diktatörlüklerde bu hakimiyet medya tümü ile devletin elinde ve kontrolünde olduğu için kendiliğinden sağlanmakta iken demokrasilerde daha farklı bir yol izlenmektedir. Bu yol ise medyanın birkaç sermaye grubunun elinde toplanması şeklinde ortaya çıkıyor. Gerçi medyada tekelleşmeyi önlemek için birtakım yasal düzenlemeler olsa da istenen sonucu vermemektedir. Medyaya sahip olan medya patronları, bu yolla ele geçirdikleri toplumu etkileme ve yönlendirme gücü sebebiyle iktidarlar üzerinde de etkili olmaktadırlar. Devlet üzerinde oluşturulan etki yoluyla sermaye sahipleri iktidar üzerindeki etkisini artırdığı için alınan kararlarda belirleyici olma imkânını elde edebiliyorlar. Kısacası, sermaye sahipleri ile iktidarlar arasında karşılıklı çıkara dayanan ittifaklar oluşabiliyor. Böyle olunca da toplumda hakkın, adaletin ve doğrunun hâkim olmasından çok belli çevrelerin söylediklerinin çoğunluk tarafından destek bulmasının yolu açılıyor. Kısacası, toplumda hangi kesimlerin sesi daha çok ve yaygın olarak çıkarsa kamuoyunu büyük ölçüde onlar belirliyorlar. Demokrasiler çoğunluk rejimi olduğu için de azınlığın sesi arada kaynayıp gidiyor. Kısacası, adaletin tecellisi de çoğu zaman mümkün olmuyor. Diyebiliriz ki, iletişim vasıtalarına sahip olanlar demokrasi adına adaletsizliği adalet gibi takdim edebiliyorlar. Medya üzerindeki bu hâkimiyete bir de asker-sivil bürokrasideki hakimiyet eklendiğinde o ülkede demokrasi sadece lafta kalıyor. Bu arada bir de demokrasi kutsal bir kavram haline getirilmiş, topluma böyle sunulmuş ise birtakım çıkar gruplarına toplumun büyük bir kesiminin feda edilmesi kolaylaşıyor.
Böyle olmasaydı bu ülkede Milli Görüş hareketinin 4 partisi kapatılırken, söz konusu partilerin yöneticileri siyasetin dışına itilirken demokrasi şarkısını dillerinden düşürmeyenlerin bu zulme alkış tutmaları söz konusu olabilir miydi? Ve yine 28 Şubat sürecinde yaşananlar laiklik elden gidiyor yaygarası ile topluma sunularak adaletsizlik ve zulüm karşısında toplum sessiz kalır mıydı? Ve elbette 28 Şubat sürecinde yaşanan haksızlıklara o günlerde alkış tutan ve destek verenlerin, Madımak’ta yaşanan acıyı yüreklerinde duyanların, Başbağlar’da işlenen cinayetlere yüreklerini kapatanların bugün ‘adalet istiyoruz’ diye meydanlara çıkmaları samimi kabul edilebilir mi?..
Bu ülkede demokrasi hakkın hâkim olması, adaletin tecelli etmesi için bir vasıta değil, haksızlıkların, zalimlerin uygulamalarının bir vasıtası haline getiriliyor. Bunun için de iletişim vasıtaları kullanılıyor. Bir diğer ifade ile sesi fazla çıkanlar oluşturulan gürültü ile diğer tüm sesler bastırılıyor. Böylece toplum sadece bu çığırtkanların sesini duyduğu, arada tüm gerçeklerin kaynayıp gittiği bir sistem ortaya çıkıyor. Böylesine tek yanlı ve dayatmaya dayanan, sesi daha fazla çıkanların hâkimiyeti anlamına gelen bir rejim topluma tartışılması mümkün olmayan kutsal bir sistem olarak sunuluyor. Böyle bir toplumda adaletin her zaman herkese tecelli etmesi beklenebilir mi? Adaletin tecelli etmediği bir toplumda da insanların mutlu ve huzurlu olmaları mümkün mü?
Bu soruları kafa karıştırmak için sıralıyor değilim. Demokrasinin doğru uygulanabilmesi için adalet, zulüm, eşitlik, adalet anlayışında toplumda ikiyüzlülüğün sona ermesi gerektiğine dikkat çekmek istiyorum… Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da her ağzını açan ve sesini topluma duyurabilenler adaleti sadece kendileri için istemeyi sürdürürlerse, o zaman şartlara göre gücü eline geçirenler adaleti kendileri gibi düşünen ve inananların kontrolüne teslim edecek, değişen şartlara göre haksızlığa uğrayan kesimler değişecektir. Halbuki esas olan her zaman ve her şartta adaletin herkese aynı şekilde uygulanmasıdır. Hedefimiz bu olmalı, bunun için toplumsal mutabakat aranmalıdır. Yani adalet ve hak, sesi çok çıkanların değil, hakkı olanların lehine tecelli etmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.