Kitleler sürekli aldatılamaz
Siyasette hedef, kitleleri ikna etmek ve peşine takarak onların oyunu almaktır. Ancak, kitleleri ikna edeceğim diye söylenenlerin doğru olup olmadığına dikkat etmeyerek ölçünün sadece kitleleri peşlerine takmak olmaması gerekiyor. Çocukluğumda büyüklerimden sıkça dinlediğim bir hikâye vardı. Bu hikâye sözlü olarak nesilden nesle geçmiş, çocukluk yıllarımda ise anne-babaların çocuklarına sıkça aktardıkları bir hikâye idi. Ne var ki zamanla bu tür hikâyeler anlatılmaz ve dinlenmez oldu. Hikâye şöyleydi:
Köyün hayvanlarını güden bir çoban varmış. Her sabah köyün hayvanlarını önüne katar yakındaki yamaçlara götürür, oralarda hayvanları yayıltır, öğleye doğru bir su kenarına hayvanları çeker orada sular ve dinlendirirmiş.
Günlerden bir gün nereden aklına geldiyse köylülere bir oyun oynamak gelmiş ve hayvanları otlattığı yamacın kenarına gelerek, “Yetişin!.. Yetişin!.. Sürüye kurt daldı, hayvanları telef ediyor” diye avazı çıktığı kadar bağırmış. Bunu duyan köylüler ellerine geçirdikleri silah ve silah olarak kullanabilecekleri ne varsa kapıp çobanın yanına koşmuşlar. Bir de bakmışlar ki, ortada ne kurt var ne saldırıya uğramış hayvanlar. Çoban da bir ağaca yaslanmış dinleniyor. Köyüler kendilerini gülerek karşılayan çobanı görünce öfkelenmiş, niçin kendilerini kandırdığını sormuşlar. Çoban, “Gerçekten sürüye kurt saldırırsa yardımıma koşup koşmayacağınızı denemek istedim” demiş. Köylüler öfkeyle geri köylerine dönmüşler. Aradan epeyce zaman geçmiş. Olay köylülerin gündeminden çıkmış ama tamamen unutulmamış. Zaman zaman aralarında çobana öfkelerini dile getirirlermiş.
Aradan ne kadar zaman geçtiği bilinmez ama uzunca bir süre sonra bu defa çobanın sürüsü kalabalık bir kurt sürüsünün saldırısına uğramış. Yine avazı çıktığı kadar bağırmaya, köylüleri yardıma çağırmaya başlamış ama köyden hiç ses çıkmamış. Çünkü köylüler çobanın yine kendilerini kandırdığını düşünmüşler. Bu arada çoban da kurtların saldırısına uğramış ve hayatını kaybetmiş. Akşam olup çobandan ve sürüden bir ses çıkmayınca köylüler hayvanların otladığı yere gitmişler. Birkaç koyun ile çobanın parçalanmış cesedi ile karşılaşmışlar. Başsız kalan diğer sürü ise üçer beşer bir araya toplanmış gelecekleri beklermiş.
Bu hikâye çocukluğumda anlatanlar tarafından, “Yalancıyı kurt yemiş kimse inanmamış” cümlesi ile bitirilirdi. Böyle bir olay gerçekten olmuş mu bilinmez ama yalan söylemenin kötülüğünü anlatması bakımında önemlidir.
Bu hikâye nereden aklıma geldi bilmiyorum ama iktidar ile ana muhalefet partisi sözcülerinin söylemlerine baktığımızda bir taraf ülkemizin uçuşa geçtiğini, büyük bir gelişme yakaladığını ileri sürerken öbür taraf tam bir felaket tablosu çiziyor. Böyle olunca söylenenlerin doğru olup olmaması da anlamını yitiriyor. En azından bana öyle geliyor. Çünkü bankaların kârlarını yüzde 40’lara çıkarmasının ötesinde ortada ne uçuşa geçmiş, nede batmış bir ülke var. Yani, iki tarafın da abartı ile toplumu yanına çekme yarışı var. Bu noktada söylenenlerin kitleleri etkilemesi için siyasi partilerin geçmişleri önem arz ediyor. Eğer bir siyasi partinin geçmişinde kendi toplumunun değerlerine yönelik bir kopma yaşanmış, insanların inançlarına tahammülsüzlük söz konusu olmuş ise, o siyasi partinin bugünkü kadroları doğru söylüyor olsalar da önemini yitiriyor. Bu arada, söylenen yalanlarla toplum etki altına alınsa bile bir süre sonra iflas edeceğini unutmamak gerekiyor. Bu bakımdan söylenenlerin doğru olması esas olmalı ama söylenenlerle hayatın uyumlu olması şarttır. Uzun lafın kısası toplumu sürekli kandırmak mümkün değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.