ABD ile bal/ayı
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başkan Bush’un davetlisi olarak ABD’de.
Dün, önce ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’la kahvaltı yaptı, sonra da Başkan Bush’la görüştü.
Sadece 2 ay önce de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ABD’yi ziyaret edip Bush’la görüşmüştü.
Bu siyasi hayatımızda pek görülmeyen bir “sıklık”.
Gül’ün ziyaretiyle ilgili yorumlar muhtelif.
Kimileri, Gül’ün, Başkanlıkta son aylarını yaşadığı için ABD’de “Topal ördek” olarak anılan Bush’la görüşmesini, ziyaret süresinin kısalığından da mülhem “fast food diplomasisi” olarak niteliyor.
Kimileri de ABD ziyaretinin yeni Başkan seçildikten sonra yapılmasının daha isabetli olabileceğini söylüyor.
(Sanki yenisi seçilirse de gidilemezmiş gibi.)
Ancak bu detayların ötesinde, Türkiye-ABD ilişkileri bağlamında yorum yapan herkesin altını çizdiği genel bir tespit var:
“ABD ile ilişkilerde balayı dönemi yaşıyoruz.”
“Balayı” nitelemesi, haliyle bir süre önce yaşanan bazı kriz ve gerginliklere nispetle, şimdiki durumu karşılaştırmalarından elde ettikleri bir kavramsallaştırma.
Bilindiği gibi 1 Mart tezkeresinin TBMM’de reddedilmesi ardından ABD ile ilişkilerde gergin bir döneme girilmişti.
Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirilmesi, tezkereyi reddetmenin intikamı olarak görülüp ilişkileri daha da germişti.
ABD’nin Kuzey Irak politikasının PKK’yı güçlendiren karakteri zaten öteden beri ayrı bir gerilim nedeniydi.
Oysa şimdi öyle miydi ya!
ABD, Türkiye’nin yaptığı sınır ötesi operasyonlara destek veriyor.
PKK’yı terör örgütü olarak ilan ediyor.
Kuzey Irak yönetiminin kulağını çekiyor.
Dahası sadece iki ay arayla önce Başbakanımıza, sonra da Cumhurbaşkanımıza randevu vermek suretiyle Washington’dan Ankara’ya doğru ılık rüzgarlar yolluyor.
Medyamızda artık en kanlı savaşları bile magazinsel bir dille ifade edip en dramatik olaylardan bile magazinsel tatlar devşirme modası da varken, tüm bu olanlara “balayı” denmez de ne denir!
Bunlar madalyonun bir tarafı.
öteki yanına baktığımızda ise karşımıza asla duygusallığa yer olmayan ve balayı gibi kavramlara kesinlikle itibar etmeyen post kapitalist dünyadaki uluslararası ilişkilerin realist, hesapçı ve çıkarcı yüzü çıkıyor.
Hele de balayına çıkılan ülke ABD olunca, her şeyin sadece ince hesap ve planların sonucunda gerçekleşeceğini kim yadsıyabilir ki!
Kaldı ki, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte Yeni Dünya Düzeni’nin ABD tarafından nasıl öngörüldüğünü bilmeyen yok.
“Avrasya’da satranç tahtası” vb yığınla uluslararası raporla bizzat kendileri deklare ettiler çünkü.
Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi de, küresel makro planlardan biri.
Ardından da gereğini yapmak için adımlara başladılar.
Avrasya’da değişik bölgelere değişik yöntemler tasarlarken, hareket noktaları, sömürgeci batı dünyasının kültürel kodlarını yansıtır nitelikteydi.
Halkı Müslüman olan sahipsiz coğrafyalarda doğrudan savaşları da içeren kanlı yöntemler, halkı Hıristiyan olan eski Sovyet ülkelerinde ise daha sofistike araçları devreye sokmak suretiyle kotarılacak kadife devrimler...
Türkiye elbette söz konusu coğrafyanın en önemli ülkesi.
ABD, terörden muzdarip Türkiye ile ilişkilerde genelde konjonktürel ve pragmatik davranıyor.
Kimi zaman terörü desteklemeyi, kimi zaman da teröre karşıymış gibi davranmayı real politik adına öne çıkarabiliyor.
Şartlar hangisini gerektiriyorsa artık.
Dolayısıyla Türkiye-ABD ilişkilerini değerlendirirken magazinsel ve duygusal yaklaşımlar yerine, sürekli soru soran ve dikkati zirveye çıkaracak bir yaklaşım içinde bulunmak gerekiyor.
Bizi yönetenler “Elbette bizim de bir bildiğimiz, bizim de bazı hesaplarımız var” diyecektir.
Kuşkusuz vardır.
Kuşkusuz günümüzde herkesle enternasyonal ilişkiler kurmak çağın gerekliliğidir.
Ancak, söz konusu ülke ABD ve onun bütün planları da bu kadar ortada olunca, insanlar ister istemez “Bize bu aralar fazla gülümsediklerine göre, acaba neler oluyor” türünden yığınla kaygı ve endişeyi de gezdirecektir zihninin koridorlarında.
İsmet İnönü’nün sözü müydü acaba;
“Süper güçlerle ilişkiye girmek ayı ile yatağa girmeye benzer.”
Evet, medyamıza göre bu aralar ABD ile “balayı” dönemindeyiz.
Şu “balayı” ne kadar ilginç bir kelime değil mi?
İçinde hem “bal” var.
Hem de “ayı”!..
---------
münaşaka
İngiliz Observer gazetesi “İngilizlerin Türkiye’den emlak almak için iyi nedenleri var. Şu ana kadar 17 bin civarında İngiliz, Türkiye’den mülk satın aldı” diye yazmış.
Mülk sever İngiliz halkının, bir yandan da Türkiye’nin AB üyeliğine soğuk baktığını biliyoruz.
Bu durumda acaba şöyle bir mesaj mı veriyorlar dersiniz:
“Siz bize gelmeyin, biz size gelelim!”
--------
sözünözü
Kurtlarla arkadaşlık et ama baltayı elden bırakma.
(Rus atasözü)