Dünya beşten büyük ve AB’den ibaret değil
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım ile kabinenin ilgili bakanları her fırsatta dünyanın beşten büyük ve dünyanın AB’den ibaret olmadığına vurgu yapıyorlar. Bu söylemleri ile gerek BM’nin gerek AB’nin üzerlerine düşen görevi yapmadıkları, özellikle BM’nin dünyada barışı sağlamak için değil, sömürgeci güçlerin çıkarlarını korumaya hizmet ettiğini, AB’nin ise ülkemize yönelik faaliyet gösteren terör örgütü mensuplarına sahip çıktığı, bir bakıma Haçlı ittifakı olarak hareket ettiğine vurgu yapılıyor. Kısacası, yeryüzünde hakim olan haksızlıkların koruyucusu olarak varlıklarını sürdürdükleri dile getiriliyor. Tüm bunlara katılmamak mümkün değil. Ancak bu doğrular hayata geçirilmediği, geçirmek için harekete geçilmediği sürece söylenenlerin doğru olması doğru sonuç vermiyor.
Türkiye’nin 60 yıldır AB kapısında bekletildiği bir gerçek. Bunun anlamı AB ülkeleri Türkiye’yi kendilerinden saymıyorlar. Birlikte olamayacaklarını gösteriyorlar. Bu gerçeği görmeyen kalmadığı halde hâlâ Türkiye’nin AB kapısında beklemeyi sürdürmesi söylenenlerle bir çelişki oluşturuyor. Denebilir ki, birtakım bağlantılar ve şartlar sebebiyle AB’nin eleştirilmesi ne kadar haklı ise kapıda beklemeyi sürdürmenin de ilan edilmeyen bir gerekçesi olabilir. Böyle bir yaklaşım ilk bakışta doğru gibi görünse de sonuç olarak bir tutarsızlığı da gösterir. Özellikle son yıllarda AB ülkelerinin Türkiye’ye karşı sergilediği tavrın düşmanca olduğunu söylemek yanlış olmaz. O zaman bizim dost ilan ettiklerimizin ülkemize karşı düşmanca tavır sergilemesi karşısında sadece, “Dünya AB’den ibaret değildir” demek yeterli tepkiyi göstermek anlamına gelmez. Öte yandan dünya beşten büyüktür gerçeğine tüm dünyanın dikkatini çekmeye çalışmak ne kadar doğru ise karşı bir alternatif oluşturmak için harekete geçmeden söylenen doğrunun hayata geçmesi de mümkün olmaz/olmuyor. Kısacası, böylesine şikâyetçi olduğumuz uluslararası örgütlerin bize karşı tahammülsüzlüğü üzerinde düşünmek gerekiyor. Özellikle yaşanmakta olan bir seçim kampanyası sırasında partilerin birbirlerine karşı sergilediği sert üslup, hakarete varan nitelendirmelerin serinkanlılıkla düşünülmesi lazım. Çünkü öncelikli olarak bu ülkenin insanları olarak birlikte yaşamak durumundayız. Uluslararası örgütlerin sergilediği haksızlıklar karşısında böylesine tahammül gösterebilirken içeride birbirimize karşı tavrımız tahammül sınırını aştığında bile bu ülkenin insanları olarak birlikte yaşamak durumunda oluşumuz unutulmamalı. Kısacası, uluslararası alanda ülkemize yönelik bunca düşmanlığa rağmen tahammül gösterebilirken birbirimize benzer tahammülü gösteremiyor oluşumuzun gözden geçirilmesi gerekiyor.
Bir seçim kampanyasının demokratik bir mücadele olduğu unutularak, ille de karşı tarafı ezme yarışına döndürülmesinin sağlıklı bir yaklaşım olmadığını sanıyorum söylemeye bile gerek yok. Belki siyasi liderlerin zaman zaman taktik gereği üsluplarını sertleştirmelerini anlamak mümkün ama, birtakım köşe sahibi taraftarların kraldan fazla kralcılığa soyunmaları yangına körükle gitmekten öte bir anlam ifade etmez/etmiyor. Bu bakımdan öncelikli olarak bu ülkede huzur ve kucaklaşmanın sağlanması gerekiyor. Bunun yolu da tüm farklılıklara rağmen birbirimize tahammülden geçiyor.
Unutmayalım ki yabancılara tahammül durumunda değiliz ama zaten onlar da bizimle birlikte olmak istemiyorlar. Çünkü görünen o ki, İslam dünyasının karşısında Batılılar Haçlı-Siyonist ittifakını gerçekleştirmiş, ona göre hareket ediyorlar. Haçlı-Siyonist ittifakı karşısında birlik oluşturabildiğimiz oranda düşmanlarımızın planlarını boşa çıkartırız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.