Seçim yarışı akıl tutulmasına yol açmamalı
Seçim kampanyaları siyasi parti sözcülerinin ülke sorunlarını dile getirdiği, bu sorunlara nasıl bir çözüm bulunabileceği hususundaki düşüncelerini toplum ile paylaşmaları gereken bir ortam olması gerekirken şimdiden işler giderek çığırından çıkmaya, kampanya çirkinleşmeye başladı. Öyle bir noktaya gelindi ki iktidar mensupları diğer siyasi partilerin neleri söylemeleri, neleri söylememeleri gerektiğini, kimi Cumhurbaşkanı adayı belirlemeleri hususunu tayin etme hakkını kendilerinde görür bir tavır sergiliyorlar. Öyle olacaksa bir seçim kampanyasına ihtiyaç var mı? Hatta bununla da kalınmıyor düne kadar birlikte hareket ettiklerini unutarak, eski partilerinden ayrılıp AK Parti’yi kurduklarını unutarak Abdullah Gül’ün açıklamalarında neler demesi gerektiğini vurgulayarak, onların düşündüğü gibi konuşmadığı için sert tepki veriyorlar. Abdullah Gül’ü vefasızlıkla suçlarken geçmişte kendi yaptıklarının bir vefasızlık örneği olup olmadığını düşünmeye bile gerek duymuyorlar. Söz gelimi Başbakan’ın, “Ona tüm makamlar verildi başka yere savruldu” ya da “Gündemi işgal etmeye hakkı yok” gibi çıkışları birbirini takip ediyor.
Bu arada sert çıkışlar bununla da bitmiyor. Şahsen benimde şık bulmadığım CHP’li 15 milletvekilinin İYİ Parti’ye ödünç verilmesi olayına yönelik, “Diktatörler yapar bunu” şeklindeki tepkinin de izah edilir bir yanı yoktu. Bir parti içi operasyonunu diktatörlük olarak nitelendirilmesi sanıyorum seçim atmosferinin sonu olsa gerek. Ama olayı bu kadar aşırı yorumlara götürmenin de anlamı yok. Çünkü eğer bir genel başkan partisinde bazı milletvekilleri ile konuşarak 15’nin bir başka partinin seçime girmesini sağlamak amacıyla geçici olarak gitmelerini istemiş ve milletvekilleri buna uymuş ise bunun diktatörlük olarak nitelendirilmesi zorlama bir yorum olmaz mı? Kaldı ki, daha kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, kamuoyu önünde seçimle işbaşına gelmiş bazı belediye başkanlarını istifaya çağırdı, direnenler olsa da sonuçta söz konusu belediye başkanları istifa etmek zorunda kalmadılar mı?
Karşılıklı söz yarışında insaf ölçülerinin kaçırılmaması gerekir diye düşünüyorum. Çünkü ülkemiz ciddi dış tehditlerle karşı karşıya. Belli makamlara gelebilmek için partilerin ilişkilerini böylesine sertleştirmesine gerek olmadığını vurgulamaya çalışıyorum. Gerek ortaöğretime geçiş, gerek yükseköğretim kurumlarına geçiş sınavları bu seçim kampanyasının karmaşası içinde yapılacak. Hâlbuki söz konusu sınavlarda yapılan değişiklikler pek çok öğrenci ve velisi tarafından tam olarak anlaşılabilmiş değil. Çünkü pek çok konuda olduğu gibi sınavlar da bir talimat ile değiştirildi. Üzerinde gerektiği kadar düşünülemeden, araştırma yapılamadan oldu.
Ortamı gerginleştirmek ülke sorunlarının tartışılması ve önerisi olanların önerilerinin toplum tarafından anlaşılmasını engelliyor. Öyle anlaşılıyor ki, iktidar mensupları her şeyi bildiklerini, diğer partilerin önerilerine ihtiyaçları olmadığını sanıyorlar. Öyle olsaydı böylesine bir baskın seçimin gündeme getirilmesine ihtiyaç olmazdı. Çünkü iktidar kanadının Meclis’ten her istediği yasal düzenlemeyi geçirecek çoğunluğu vardı.
Sadece içeride değil, dış politika konusunda da gerek bölgemizde yaşananlar gerek AB ile ilişkiler konusunda iktidarı ve muhalefeti ile birlikte olmaya ihtiyaç var. Ama iktidar kanadının muhalefeti toptan kötüleme ve suçlama kampanyası devam ettiği sürece bu birlik nasıl sağlanacak. Eğer, ABD’nin Ortadoğu’ya yeni format atmak isteğinin önüne geçilecek ise iç barışın sağlanması gerekmez mi? Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Münbiç’te ABD ile hareket etme yaklaşımının bir yanılgı olduğunun anlaşılabilmesi için iç barışa ihtiyaç yok mu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.