Pompeo’nun da ilk durağı Suudi Arabistan ve İsrail
Trump, başkanlık görevine başlamasının ardından ilk olarak Suudi Arabistan, ardından da İsrail’e gitmişti. Dışişleri Bakanı Pompeo da aynı yolu izledi. ABD Senatosu’ndan onay aldıktan sonra Ortadoğu temasları kapsamında ilk olarak Suudi Arabistan’a gitti, ardından da ikinci durak olarak İsrail’e geçti. Pompeo, Suudi Arabistan’da İran’a yönelik ağır ithamlarda bulundu ve nükleer silah üretme girişimlerini terk etmediği takdirde ağır yaptırımlar uygulanabileceğine, özellikle de Obama döneminde imzalanmış olan nükleer silahlar konusunda anlaşmanın ABD tarafından iptal edilebileceğine dikkat çekerek, Körfez ülkelerinin Katar ile uğraşmak yerine İran’a yönelmeleri gerektiğine vurgu yaptı.
Gerek Başkan Trump’ın gerekse yeni Dışişleri Bakanı Pompeo’nun ilk ziyaretinin Ortadoğu, bunun da ötesinde ilk durak olarak Suudi Arabistan’ın belirlenmesinin ardından İsrail’e geçilmesinin bir tesadüf olduğunu sanmak doğru olmaz. Özellikle de Suudi Arabistan ile İsrail’in aynı ziyaret paketi içine alınması bölgemize yönelik ABD planlarının uygulamada olduğunu gösteriyor. Böyle olunca da bu planın bölgemizin hayrına olmadığını, adeta bölge ülkelerinin İsrail’in yanında yer almasını sağlamaya yönelik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Nükleer silahlara sahip olmanın İran’a yasaklanması anlamına gelen bir tavır söz konusu ki, bunun iyi niyetle değerlendirilmesi mümkün değildir. Yıllardan beri İsrail’in nükleer silahlara sahip olduğu bilinmesine rağmen ona ses çıkarmayan ABD’nin hangi ülkelerin nükleer silaha sahip olabileceğini, hangilerinin olmayacağını belirleme yetkisini nereden aldığının da irdelenmesi gerekiyor. Bu soruya İslam dünyasının dağınıklığından aldığı şeklinde verilecek bir cevap doğrudur. Öte yandan bölgemizin zenginlerini sömürme ve İsrail’in güvenliğini sağlama almak için bölgemizde ABD ve ortaklarının bir Şii-Sünni savaşı çıkarmanın peşinde olduklarını unutmamak gerekiyor. İşin acı tarafı, bu işi de Müslüman ülkeler eliyle yapmanın peşindeler. Nasıl ki, oluşturdukları terör örgütleri eliyle İslam dünyasını kan gölüne çevirdiler, bununla da tatmin olmamışlar ki; şimdilerde hedef olarak İran seçilmiş, bölgemizde mezhep savaşı çıkarmak isteniyor.
Aslında bu gerçeğe her fırsatta dikkat çekiyoruz. İslam dünyasının huzur ve barışa ulaşmasının ortak bir cephe oluşturmaktan geçtiğine vurgu yapıyor, ABD’nin koruyuculuğuna sığınmanın sömürü, kan ve gözyaşı anlamına geldiğini ısrarlı bir şekilde hatırlatıyoruz. Bölgemizdeki terör örgütlerinin hepsinin arkasında Haçlı-Siyonist ittifakının olduğu bilinirken ABD’nin İran’ı terör örgütlerine destek veren devlet olarak ilan etmesi, buna karşılık İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırım uygulamasını görmezden gelmesi İslam dünyasının dost ve düşmanlarını belirleme konusunda yol gösterici olmalıdır.
İç politikada erken seçim sebebiyle giderek sertleşen politik mücadele sebebiyle ülkemiz ve bölgemize yönelik dış kaynaklı oyunun gözden kaçırılmaması gerekir. Kendi aramızdaki sorunları çözebiliriz ama dış tehdide karşı uyanık olmadığımız takdirde birbirimizle uğraşırken sömürgeci güçlerin ekmeğine yağ sürmüş oluruz ki, bunun telafisi zor olur. İslam dünyasındaki karmaşanın arkasındaki gücün Haçlı-Siyonist ittifakı olduğunu bilmeyen ve görmeyen kalmadı. Buna rağmen ABD’den gelen birtakım açıklamalara destek anlamına gelecek tutum ve eylemlerden kurtulmak durumundayız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.