Gerçekler gerilim ortamı ile gözden kaçırılıyor
Daha önce de dikkat çekmeye çalıştığım bir hususun üzerinde tekrar durmak istiyorum. O da seçim kampanyasının özellikle sertleştirilmesi, toplumun kamplara ayrılması teşvik edilerek insanların birbirleri ile konuşmaları ve dinlemeleri engelleniyor. Böylece bırakın farklı kesimlerin birbirlerini dinlemelerinin engellenmesini, aileler içinde baba ile oğul, akrabalar artık siyaset konuşamaz, ülke sorunlarını tartışamaz hale geldiler. Çünkü konuşma kısa bir süre sonra ya birbirlerini kırmamak için kesiliyor ya da kavgaya varıyor.
Çünkü öylesine yoğun bir kampanya yürütülüyor ki iktidar kanadından, kendilerinden başka herkes teröristlerle işbirliği halinde. Böyle olunca da bunların yanında yer almak ve onlara oy vermek vatan hainliği olarak takdim ediliyor. Hayatımda 1960 darbesi ve sonrasında yapılan tüm seçim kampanyalarını hatırlıyorum, hemen hepsinde bizzat içinde oldum. Bu seçimlere kadar böylesine ortam gerilmemişti. Gerçi her darbenin öncesinde toplumda sağ-sol tartışmaları ve çatışmalar artardı ki, darbeye zemin hazırlansın, toplum darbeler karşısında yer almasın diye. Şimdi bir darbe de söz konusu olmadığına, olmayacağına göre seçim kampanyasının böylesine sertleştirilmesinin tek sebebi olarak ağırlaşan iç ve dış sorunları dikkatten kaçırmak için toplumun birbirini dinlemesini önlemek olarak düşünüyorum. Bu iç ve dış sorunları iktidar bir takım iç ve dış sebeplere bağlayarak kendisini sorumluluktan kurtarmaya çalışırken, toplumun kendilerine dönüp, ‘Siz iktidar değil misiniz? Bu sebepleri ortadan kaldırmak ya da etkisiz hale getirerek ülkeyi problemlerden kurtarmak sizin göreviniz değil mi?’ diye sorması engellenerek gün kazanılıyor olmasın.
Çünkü ortada 16 yıldır tek başına iktidar olan bir siyasi kadro var ve bu kadro bugüne kadar sorunları çözebilmek için her türlü yasal düzenlemeyi hiç engellenmeden yaptı. Yani, bu sorunlara çözüm bulmak için gerekli olan hukuki düzenlemeleri yapamadım diyecek durumda değil. Bu bakımdan son olarak açıklanmış olan Mart ayı açlık ve yoksulluk sınırı rakamlarına geçmek istiyorum. İktidar yanlısı medyanın hiç görmediği bu rakamlar toplumun büyük bir bölümünün açlık ve yoksulluk sınırı altında bir gelire sahip olduğunu gösteriyor. Yani, yapılan tüm iyimser açıklamalara rağmen ülkemizde çalışan ve emeklilerden oluşan geniş dar gelirli kesim her geçen gün biraz daha yokluğa sürüklenirken, zenginlerin zenginliği artıyor.
Şimdi Türk-İş’in açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırı rakamlarını kısaca aktarmak istiyorum. Araştırmaya göre, dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) Mart ayında 2 bin 14 lira olmuş. Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira elektrik, su yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için toplam 6 bin 560 lirayı buluyor. Evli olmayan çocuksuz bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’de 2 bin 454 lira olarak hesaplanmış.
Bu rakamlara bakıp insanımın içine yuvarlandığı ekonomik dar boğazı görmek için ülkeyi yönetme sorumluluğunu yüklenmiş olmaya gerek yok. Bugün milyonlarca emeklinin aldığı ücretin açlık sınırının altında olduğu ortada. Birkaç gün önce bir dostum emekli olan bir tanıdığına bin 800 lira emekli aylığı bağlandığını, tanıdığının çalışmaya devam etmek zorunda kaldığını, aksi halde geçinmesinin mümkün olmadığını söyleyerek emekli aylıklarının düşüklüğüne dikkat çekmişti. Ülkemizde aylık gelirinin 6 bin 560 liranın üzerinde olan kaç kişi bulunduğunu devletin bilmemesi mümkün değil. Bunun ötesinde evli olmayan bir çalışanın yaşama maliyeti olarak hesaplanan 2 bin 455 lira olduğunun açıklandığı bir ortamda asgari ücretin bu rakamın altında kaldığı da hatırlandığında bu ülkenin iyi yönetildiğini söylemek mümkün mü? Kısacası, toplum korkutularak mevcut kötü duruma razı olmaya zorlanıyor. Bu ise bir yönetim tarzı olamaz, olmamalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.