“Çarşaf açılımı”
Anayasa Mahkemesinin, başörtüsünü üniversitelerle sınırlı olarak serbest bırakma iddiasıyla ve 411 oyla Meclisten geçirilen anayasa değişikliğini iptal kararının gerekçesinde, başörtüsü yasağının “kronikleşen bir toplumsal sorun” olarak nitelendirildiğine ve AYM cenahında “dini siyasete alet etmeyen bir çözüm”e kapı aralandığına dikkat çekmeye çalışmıştık.
Ardından, AKP hakkında verilen kararın gerekçesinde de Kur’ân kurslarındaki yaş sınırı, imam hatipler ve katsayı sorunları için paralel bir yaklaşım ortaya konulduğunu ifade etmiştik.
Ve bu yeni, farklı, orijinal gelişmenin, özellikle CHP’ye önemli görevler yüklediğini; bu partinin 28 Şubat kaynaklı toplumsal sorunların çözümüne katkı sağlayacak pozitif ve yapıcı politikalar üretmesi halinde iç barış ve huzura tarihî bir hizmette bulunmuş olacağını yazmıştık.
(Bkz. 31.10.2008 tarihli Yeni Asya’da yayınlanan “İstismar, kuşku, çözüm” başlıklı yazımız.)
Aradan çok fazla geçmedi; CHP’nin “çarşaf açılımı” gündeme geldi. Partinin Sultanbeyli belediye başkan adayı açıklanırken, Baykal, adayın örtülü, hattâ çarşaflı yakınlarına da rozet taktı.
O gün bugündür tartışma devam ediyor.
“Açılım”ın şimdiye kadar CHP söylemlerinde irticanın en koyu simgelerinden biri olarak nitelenen “kara çarşaf” üzerinden gerçekleşmesi ve Baykal’ın “Siyasî simge olan şey çarşaf değil, türban” şeklindeki beyanı, tartışmayı kızıştırdı.
Bu konudaki katı tavrıyla bilinen isimlerden Necla Arat “Başörtüsüne itirazım yok, ama çarşafı kabullenemem” derken, Nur Serter, kariyerindeki keskin manevralardan birini daha sergileyerek, partiye girildikten sonra çarşafın kimlik olarak kullanılamayacağı, çünkü CHP’de geçerli simgenin altıok olduğu kaydını düşmek suretiyle çarşaf açılımını kabullendiğini deklare etti.
Sivri çıkışlarıyla bilinen isimlerden Canan Arıtman ise “Atatürk’ün yanındakiler de tesettürlüydü” diyerek liderine sürpriz bir destek verdi.
Buna karşılık, açılıma soğuk bakan parti “politbüro”sunun, Baykal tarafından, “Kaygılanmayın, rozet takıp partiye aldığımız çarşaflılar gelip bu koltuklarda oturacak değil” güvencesiyle teskin ve ikna edilmeye çalışıldığı belirtiliyor.
Çok daha önemli olan bir bariyer de üniversite için konuluyor. Ve Baykal, partiye aldığı çarşaflıların üniversitede türban ve çarşaf istemeleri halinde “Orada dur deriz” kaydını koyuyor.
Sonuçta “Kimseyi kılık kıyafetiyle yargılayamayız. İnsanların kılık kıyafetine saygılı olmalıyız. Kadınlarımızın yüzde 70’i örtülü. Ben vaktiyle Bosnalı kadınlara başörtüsü götürmüş adamım” söylemleriyle başlatılan ve sürdürülen açılıma bu çeşit kayıtların ve ayrıca “Atatürkçü olma” dayatmasının gölgesi düşürülmüş oluyor.
Sanki tesettürlülerin tamamı ve çok büyük çoğunluğu AKP’ye oy veriyormuş gibi gösterip, o cenahtan CHP’ye yönelişin başladığı havası estirerek yapılan “Örtülü kadınlar AKP’nin tutsağı olmaktan kurtuluyor” yorumları da, olayı sıradan ve ucuz bir taktik konumuna indirgiyor.
Oysa Türkiye’nin, bu meseleyi seçim öncesinde tezgâhlanmış siyasî manevralara konu ve malzeme yapmaya değil, kronikleşmiş bir toplumsal sorunu samimiyetle çözmeye yönelen dürüst ve inandırıcı yaklaşımlara ihtiyacı var.
CHP’nin sadece parti rozeti takma ve Meclisteki grup toplantılarını izlemeyle sınırladığı açılım, kendi içindeki çok fanatik ve katı kesimlerde hakim olan iflâh olmaz tesettür karşıtlığını marjinalize etme gibi olumlu sonuçlar verebilir.
Ama gerçek anlamda çözüm getirerek toplumu rahatlatıp huzura kavuşturabilecek bir açılım için, daha ileri adımlar atılması gerekiyor.
Umalım ki, CHP’den iki haftadır sâdır olan sinyaller, böyle kapsamlı ve kucaklayıcı bir çözüm atmosferinin oluşmasına katkıda bulunsun.
Ve Türkiye yasağı kaldırmak suretiyle, kendisini yıllardır fazlasıyla yoran bu tartışmayı aşarak, enerjisini reel sorunları çözmeye yöneltsin.