Atatürk Ahiret'e inanır mıydı?

Atatürk Ahiret'e inanır mıydı?

Ahiret ve Atatürk

Genelkurmay Başkanının M. Kemal’e ölümsüzlük izafe eden sözlerini eleştirdiğimiz yazımız (15.11.2008), bazılarını sinirlendirmiş. Tepkisini yerel gazetelerdeki köşelerine yansıtanlar olmuş. Bunlardan biri, M. Kemal’in “Müslümanlıkla ilgili övücü sözleri”ni aktararak bizi “yalancılık”la suçlayan bir yazı yazmış.

Kendi kullandığı ifadelerle bu “çirkin” yazının sahibini muhatap alma gibi bir niyetimiz yok.

Ancak yazısı, bize, M. Kemal’in ahiret inancının bulunup bulunmadığı konusunu biraz daha detaylı bir şekilde aydınlatma fırsatını veriyor.

Hem de M. Kemal’in bizzat kendi sözleriyle.

İşte onlardan biri, 1937’de, ölümünden bir yıl önce Romanya Dışişleri Bakanı Antonesse ile yaptığı sohbette geçen düşündürücü beyanlar:

“Kitaplar karıştırdım. Hayat hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı herşeyi kara görüyordu. ‘Madem ki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki muvakkat ömür esnasında neşe ve saadete yer bulunamaz’ diyorlardı.

“Başka kitaplar okudum. Bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı ki: ‘Madem ki sonu nasıl olsa sıfırdır, bari yaşadığımız müddetçe şen ve şatır olalım...’

“Ben, kendi karakterim itibarıyla ikinci hayat telâkkîsini tercih ediyorum.” (Afetinan, Medenî Bilgiler ve Atatürk’ün El Yazıları, s. 16)

Hayat felsefesini tamamen filozofların yorumlarına göre şekillendiren ve onlardan aldığı tesirle hayatın sonunu “sıfır” olarak gören bir kişinin bu sözleri herşeyi açıkça anlatmıyor mu?

Bu “felsefe”yi tamamlayan diğer bir örnek:

M. Kemal’in Çanakkale hutbelerinde de her zaman tekrarlanan meşhur sözleri var ya. Hani, askerlerin nasıl bir aşk ve şevkle şehit olmaya koştuklarını tasvir eden sözler... O tasvirlerin arkaplanında ne kadar farklı bir düşünce yapısının bulunduğunu, M. Kemal, Avrupa günlerinde gönül ilişkisine girdiği Madam Corinne’e yazdığı mektuplardan birinde açığa vuruyor.

İşte 6.5.1916 tarihli mektuptan satırlar:

“Askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidirler. Bundan başka, hususî inançları, çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor. Filhakika, onlara göre iki semavî netice mümkün. Ya gazi veya şehit olmak. Bu sonuncusu nedir, bilir misiniz? Dos doğru Cennete gitmek. Orada Allah’ın en güzel kadınları, hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzularına tâbi olacaklar.”

Askerlerinin şehitlik arzusunu “bir an önce hurilere kavuşma arzusu” ile açıklayan M. Kemal, kendi tercihini ise şöyle ifade ediyor:

“Ölümden sonraki hayalî rahata kavuşmak için Allah’ımızın Cennetine gitmeye kolay kolay razı olacak değilim...” (Sabah, 26.3.2002)

Ahirete inanan bir insan, hayatın sonunu sıfır ve hiçlik olarak görür; “Madem sonu sıfırla bitecek, öyleyse bu hayatı olabildiğince şen ve şatır yaşayalım” diye düşünür; şehit olma iştiyakıyla ölüme koşan gencecik askerlerin bu psikolojisini bir an önce hurilerle buluşma arzusuyla açıklayıp alay eder ve ölümden sonraki Cennet hayatı için “hayalî rahat” ifadesini kullanır mı?

Yine M. Kemal’in, “Biz ilhamımızı gökten indiği sanılan kitaplardan değil, hayatın gerçeklerinden alıyoruz” sözü, bu portreyi tamamlıyor.

Mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerim başta olmak üzere semavî kitaplar hakkındaki düşüncesini “gökten indiği sanılan” ifadesiyle açığa vuran bir kişinin, ölüm sonrasına ilişkin kanaatinin de böyle olmasında şaşılacak birşey var mı?

Bu konulardaki gerçek düşüncelerini milletin önünde açıkça dile getirmekten kaçınması, hattâ birçok beyanında tam tersi yönde fikirler ifade etmesi normal. Çünkü o bir siyaset adamı.

Yönlendirmek ve yeniden şekillendirmek istediği toplumla kendisini karşı karşıya getirecek çıkışlar yapmak, akılcı bir siyasetle bağdaşmaz.

Ama icraatlarının, gizli tutmaya çalıştığı gerçek fikirleri istikametinde olduğu da bir vâkıa.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi