Uzlaşmak güzel şey ama...

Uzlaşmak güzel şey ama...

Bir rektörümüzün “Türbanlı biri derse girerse, hak ettiği notu vermeyiz” şeklindeki sözleri, yıllardır başörtüsü etrafında oluşturulan yığınla efsanenin aslında ne anlama geldiği hususunda son derece aydınlatıcı ipuçları verdi.
Söyledikleri hiçbir rasyonel temele dayanmasa da, yıllardır, başörtülülerin neden hizmet veren konumunda olmaması gerektiğini izah etmek bağlamında ne diyorlardı:
-Başörtülü biri tarafsız görev ifa edemez.
-Bir memurun başındaki örtü, hizmet alanları tarafsız davranılıp davranılmayacağı konusunda tedirgin eder.
-Kamu hizmeti veren bir doktor, bir yargıç, bir öğretmen vs tarafsız olmalı. Oysa başındaki örtü taraflılığın bir alametidir vs vs.
Bu zihin şimdi ne diyor:
“Türbanlı biri derse girerse, hak ettiği notu vermeyiz.”
Bunun daha açık ifadesi şudur:
“Başörtülü birine karşı taraf olurum, taraf tutarım, adalet ve insaf gibi ölçüleri bir yana bırakır, sırf ideolojik duygularımla hareket ederim.”
Her zaman ifade ettiğimi bir kere daha tekrarlayacak olursam;
Tarafsızlık gerektiren görevlerde tarafgirlik yapmak, insanların giyim kuşamlarıyla değil, kafalarında taşıdıkları zihin yapısıyla alakalıdır.
Ve heyhat, “Türbanlı biri derse girerse, hak ettiği notu vermeyiz” diyen bir zihinle karşı karşıyayız.
Şimdi ellerimizi vicdanımızın üzerine koyup hep birlikte düşünelim:
Siz, başörtülü biri olarak mahkemeye işiniz düşse, böyle bir zihnin yargıçlığına güvenebilir misiniz?
Böyle bir zihin doktorluk yapsa, kendinizi ona gönül huzuruyla emanet edebilir misiniz?
Şurada ya da burada, herhangi bir kamu dairesinde işiniz olsa, böyle bir zihnin size adil ve tarafsızca muamele edeceğinden emin olabilir misiniz?
Hatta böyle bir zihnin sahibi Cumhurbaşkanlığı makamına otursa, bir cumhur olarak kendinizi huzurlu ve kaygısız hissedebilir misiniz?
Zaman zaman düşünürdüm ve bu düşüncelerimi birçok yazımda da ifade etmiştim;
Acaba başörtüsü üzerinde bu kadar korku, kaygı ve tedirginlik tezleri üretmeye çalışanlar, herkesi kendileri gibi sanmanın psikolojik travması içinde mi hareket ediyorlar?
Bu kesimler, başkaları hakkındaki vehim ve paranoyalarını, “Nasıl olsa onlar da benim için aynısını düşünüyorlardır” şeklindeki bir önermeden hareketle mi üretiyorlar?
Duvara bakarken korkanların gördüğü, kendi siluetleri olmasın sakın?
Başını örtmenin tarafgirlik getireceğini hiçbir rasyonel temele dayanmaksızın ısrarla iddia edenler, başı açık olmanın niye illa da tarafsızlığın garantisi olacağını da hiçbir zaman izah edemediler.
Her iki iddia da temelsizdi ve boştu çünkü.
Bir mesleğin ifasında adil, tarafsız ve herkese eşit davranmak, öncelikle bir zihin ve ahlak sorunuydu.
Böylesine sorunlu bir zihin yapısına sahip olanların, demokrasi, insan hakları, özgürlükler vb konularda da önyargı ve ideolojik dürtülerle hareket ettiklerini tahmin etmek zor değil tabii.
Tarafsızlığı, empati kurmayı, birbirini anlamayı, birbirinin hak ve özgürlüklerine saygılı olmayı bu kadar dışsallaştırabilmiş bir zihinle, hangi alanda ve nasıl bir uzlaşma sağlayacaksınız?
Demek ki “Hani bu sorunun çözümünde toplumsal mutabakat arayacaktınız” türünden çıkışları da, aslında bizim anladığımız türden bir kaygı değil, başka örtülü veya gizemli hesapları içinmiş.
Oysa, bir İngiliz atasözünde denildiği gibi, “Bir konuda centilmenlik anlaşması olabilmesi için iki centilmen tarafın bulunması gerekli” değil midir?
Kaldı ki, hangi toplumsal mutabakat?
Toplumun yüzde 80’inin, bu sorunun çözülmesinde zaten mutabakat halinde olduğunu bilmeyen mi var?
Maalesef iyi niyetli olarak sorunları ele alabilmenin ortamını hızla berhava ediyoruz.
Bu zihinlere “Acaba bu ülkede bir anda binlerce genç kızın hayatını karartan malum yasak kararı alınırken niye toplumsal mutabakat aramadınız” şeklinde bir soru sormanın bir anlamı var mı? Sanmıyorum.
Yine böyle bir zihne “Velev ki bu ülkede başörtü yasağının kaldırılmasını küçük bir azınlık istemiş olsun. Hani demokrasi azınlığın haklarını da korurdu? Temel haklar söz konusu olduğunda mutabakat olsa ne olur, olmasa ne olur? Yoksa demokrasi, bir kısım insanların en doğal haklarını elde edebilmeleri için topluma yalvardığı, ‘Ne olur benim için mutabakata varın!’ diye merhamet beklediği, gözlerinin içine bakarak umut ve şefkat dilenciliği yaptığı bir rejimin adı mıdır?” diye sormak da, dipsiz kuyuya taş atmaktan farksız olacak galiba.
çünkü bir kere daha belli oldu ki;
Kral gerçekten çıplak!..
---------
münaşaka
Kanaltürk televizyonunun kurucusu Tuncay özkan, CHP’ye çağrıda bulunarak, “Eğer kendini yenilemezsen, gençleştirmezsen, yeni fikirlere kucak açmazsan, ben yeni parti kuracağım. Ne zaman yapacağım bunu? Kurultaydan hemen sonra yapacağım” demiş.
Ne güzel.
Arkadaşımız hep “Biz kaç kişiyiz” diye sorardı.
Belli ki ilk seçimde öğrenecek!..
---------
sözünözü
öteki’yle kamusal alanda buluşmayacaksak, tanışıp anlaşmaya çalışmayacaksak, geriye başka bir mekân da kalmıyor maalesef.
(Leyla İpekçi)


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi