Doğu Türkistan’da Çin vahşeti
Vahşete karşı tepki duymak ve tepkisini ortaya koymak, insanlığın ölmediğini, akıl ve vicdanın sağlığını ifade ve ilan eden son derece önemli, hayati bir hadisedir. Bu bakımdan Türkiye’de ve bütün dünyada, Doğu Türkistan’daki Çin vahşetini reddetmek için basın toplantısı yapanlara, İHH gibi fert fert davete gayret eden kurumlara, protesto katılımcılarına, yayınlarıyla vahşete karşı çıkan gazete, radyo, televizyonlara, Çin malını boykot edenlere saygı ve teşekkürlerimi arz ediyor, zulmü sona erdirinceye kadar artarak devamını diliyorum.
Doğu Türkistan 1869’da resmen Osmanlı’ya bağlı idi. Bu yıl ise Çin’in, üçüncü kere istilasının 60. yılı. Bu vatan, Çin’in beşte biri; Türkiye’nin iki katından 265 bin km2 daha büyük zengin topraklardır. Çin petrol ve doğalgazının % 35’i, buğday, kıymetli madenler burada. Fransa’nın Cezayir işgali gibi bir şey. İnşaallah neticesi de öyle olacak. 1949’da burada 240 bin Çinli varken bugün 10 milyon. 1949’dan beri katlettikleri Müslüman sayısı 13,5 milyon. 1980’den beri zorunlu kürtajla 15 milyon Uygur çocuğu katledilmiştir. Çin, devamlı nüfus yerleştiriyor.
Müslümanlara karşı terör komedisi oynayarak doğrulan vahşeti dünya sadece seyrediyor. İsrail, uçakla geldiği Filistin’de her gün kan döküyor. Rusya’nın başlattığı Afganistan vahşetini, Amerika, Irak’ı, Somali’yi, Pakistan’ı da ekleyerek devam ettiriyor. Müslüman’a zulüm, işgal ve katliamla da bırakılmıyor. Bir taraftan “haydin çocuklar okula, baleye” derken, diğer taraftan en çalışkan öğrenciler, “kıyafetin Müslüman” diye vahşice okuldan kovuluyor. “% 99’u Müslüman” denen ülkelerde, çocuğa cinsellik öğretmek, papaz okulu açmak, Çin yogası için yırtınırken, İslami eğitime yasak konuyor. Bu böyle gitmemeli. Böyle giderse, insanlık, vicdan, huzur, dünyada kalmaz.
Materyalizm ve ateistlik, insan ufkunu doğumla ölüm arasına sıkıştırdı. Çıkarcılıktan başka bir şey kalmıyor. Vahşet, kendi kendini üretiyor. İnsanlık ve erdem zemininden kayan toplumlar, “yumurtasını pişirmek için mahalleyi ateşe veriyor”. Güç, hizmet değil, saldırganlık, gurur ve zulüm doğuruyor. Bu, “Kureyş Cahiliyesi”dir.
Doğru hesap, her işi ilk önce insanlık zeminine oturtarak yapılan hesaptır. İnsanlık ölçülerinden vize aldıktan sonra, çıkar olabilir. Çin, insanlığa bakmıyor, “Güçlüyüm. Bu zulüm, benim çıkarımın gereği” diyor. Yanlış hesap yapıyor. İnsanlık zeminine oturtulmayan her hesap, Firavun, Nemrut, Stalin, Hitler, Bush’ta olduğu gibi Bağdat’tan geri döner.
Çıkarı, insanlığın üstünde gösteren şaşılıktan, insan ve toplumları kurtarıp insani değerler iklimine, huzur ve dayanışma zeminine çekmenin tek yolu, çaresi, ilacı İslam’dır. Başka yol yok. İçkiden, eroinden ve bütün kötülüklerden hiçbir arıza bırakmadan bir anda kurtulmanın tek yolu; Ömer’i Hazreti Ömer yapmanın tek yolu; vahşeti rahmete, düşmanlığı kardeşliğe çevirmenin tek yolu İslam’dır. Onun için cihad önemlidir. Çünkü “Cihad, insanla İslam arasındaki tüm engelleri ortadan kaldırma hareketi, iradesidir”. Bunun için, İslam öğretilecek, bilinecek, yaşanarak, eşsiz güzelliği ve değeri gösterilecektir.
Müslüman, birey olarak olduğu gibi, toplum olarak da önemli güçlere sahiptir: 1) Müslüman hak yolda Allah’ın yardımına sahiptir. 2) Müslüman hakka sahiptir, haklılık büyük güçtür. 3) İslam, hayattan üstün değerler sunmaktadır. Bu, hayat üstü, diğer bir ifadeyle insan üstü (10-100 katı) bir güce erişme imkanıdır. 4) Bütün insanlar İslam fıtratıyla doğarlar. Yani ruhen ve fiilen maymunlaştırılamamış olan herkesin aklı ve vicdanı vardır. Haksızlık ve zulüm karşısında çıkarını ve rahatını terk edebilir. Kendine istediği iyiliği herkese isteme, istemediğini başkasına da istememe ve bu yolda bedel ödeme fıtratıdır. İnsani yüceliktir; çıkarcılık zıddıdır.
Bu şartlar altında, “Bu vahşet karşısında ne yapabilirim?” diye düşününce iki önemli sorumlulukla karşılaşıyorum: 1) Önümüzdeki acil konu, bu vahşeti hemen söndürmektir. İlk yapılması gereken, birey, toplum ve siyasetin, Çin yönetimini ikaz etmesidir. Bunun için belki 15 Şubat 2003’te STK’ların organizasyonuyla dünyanın önemli meydanlarında milyonların, Başkan Bush’a, “Irak’a saldırmama” ikazı gibi, evrensel boyutlu bir çağrı yapmaktır. Bu çağrı, önemli neticeler doğurmuştur. Bir kere, Irak’taki ABD yenilgisini çok öne almıştır. Vietnam savaşı ABD başkomutanı, deneyimleriyle yenilgilerin ruhunu çok güzel tespit eder: “Amerika halkı, Vietnam savaşının gereğine inanmıyordu. Askerler de anne ve babaları gibi düşünüyordu. İnanmadan savaş olmuyor” diyor. Dünyanın lanetlediği bir vahşet, en büyük zararı sahibine verir. Hitler, yıllarca kazanıyor göründü. İsrail, Siyonizm, başarıyor zannediliyor. Siyonist savaşın yenilgiye varmak için uzun sürmesi, hazırlığının asırlarca kökleştirilmesi, dünyayı gizli örgütlerle örmesindendir. Bütün bunları silecek evrensel bir nefretin yumaklanması zaman gerektiriyor.
Vahşeti durdurmak için hiç kimseden çağrı beklemeden, tahribat yapmadan, herkesin elinden gelen protestoyu yapması, mallara boykotta bulunması, fikren ve fiilen gayrete devam etmesidir. İnsanlık kazanacak, zalimler utançlarıyla ve zilletle yok olacaklardır.
2) İnsani yücelikten üstün değer görme şaşılığının kökten halledilmesi, en azından gücün çıkarcılardan adalete, vicdana, insanlığa geçmesi, bütün insanlığın, sevgi, saygı, kardeşlik ve huzur içinde yaşamasından birinci derecede sorumlu Müslümanlardır. Müslümanlar, “iyiliğe çağıran, kötülüğü engelleyen, insanlar için çıkarılan hayırlı bir ümmettir”. Bu görevini hakkıyla yapmakla sorumludur. Bu önemli hadiseyi burada bırakmayalım. Gelecek yazıda kendimize bakalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.