Test Robotlarının arızası, eğitimin iflas ettiğini gösteriyor
Üniversite giriş sınavlarında 30 bin öğrencinin sıfır çekmesi çok önemli bir ülke sorunu olmasına rağmen nedense üzerinde fazlaca durulmuyor, Nabucco Anlaşması kadar ülkemizde önemsenmiyor. Halbuki ÖSS sınavında 30 bin öğrencinin sıfır çekmesi eğitimin masaya yatırılmasını gerektirir... Hatta, ülkemizde her alanda hakim olan anlayışın ve tüm uygulamaların tartışılmasını gündeme getirmelidir. Ne var ki, sanki bu sonuç sadece sıfır çeken öğrencileri ve ailelerini ilgilendiriyormuş gibi davranılıyor. Kaldı ki, sınava giren öğrencilerin sorulara verdikleri doğru cevapların oranı insanı ürpertecek noktadadır. Bu gün yüz üzerinden 15-20, on üzerinde 1.5-2 alan öğrencilerin sınav sonuçlarına göre başarılı ilan edilmiş olması da ayrı bir hiledir. Daha doğrusu ilgililerin üniversite kontenjanları boş kalmasın diye son anda devreye soktukları bir uygulamadır.
Elbette liseyi bitiren tüm öğrencilerimizin üniversiteye girebilmesini gönül arzu eder. Bununla da yetinmeyip üniversiteyi bitiren her gencimize kamuda ya da özel sektörde iş imkanlarının oluşturulması da hepimizin arzusudur.
Tüm bunlar üzerinde ayrı ayrı durulabilir. Ancak, bugün için sanıyorum öncelikli konu insanımızın iyi yetiştirilmesidir ve bu noktada ciddi eksiklikler vardır. Yoksa üniversite sınavlarında öğrencilerimizin sergilediği durumu başka türlü izah etmek mümkün değildir.
Bu noktada sanıyorum öncelikli olarak eğitim sisteminin ülkemiz gerçeklerine uymadığını kabul etmek durumundayız. Bunun yanında okullarımızın ve eğiticilerimizin yetersizliği söz konusudur.
Hala ilköğretimde öğretmenler 35-40 öğrenci ile ders yapmak zorunda kalıyorsa böyle bir eğitimden sonuç almak mümkün olmaz. Bir sınıfta 40 öğrenci var ise öğretmen sadece sivrilip öne çıkan 3-5 öğrenci ile ilgilenecek gerisini kendi haline bırakacaktır. Daha geri durumdaki öğrenci ile özel olarak ilgilenmesi mümkün olmayacaktır. Bunun sonucu olarak okullarımızın dışında yeni bir sektör oluşturuldu. Çünkü öğretmen her öğrenci ile bir dakika ilgilense ders bitecek, öğretmenin öğrencilerine vermek istediğine sıra gelmeyecektir. Eğer öğretmen vermek istediklerini vermeyi tercih edecek olursa öğrencilerin alım kabiliyeti farklı olduğundan yine sınıf içindeki birkaç öğrenci öğretmenden istifade edecek, çoğunluk anlamadan dinlemekle yetinecektir.
Halbuki eğitimin temeli ilköğretim ve özelliklerde ilk üç yıldır. Bu ilk üç yılda öğrenci öğrenmesi gerekenleri öğrenememiş ise oluşacak boşluğu doldurmak ileride çok güç olacaktır. Bunun çeşitli örneklerini sıralamak mümkün. Ama maksadım konuyu kişiselleştirmek olmadığı için eleştirilerimizi genel planda dile getirmeye çalışacağız.
Mevcut eğitim ve sınav sistemi çocukları papağanlaşmaya itiyor. Beyni devreye sokmadan her gün yüzlerce test sorusuna cevap vermek gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bu okullar ve dershaneler içinde geçerli. Öğrenci normal müfredatın işlenmesi sırasında yeteri kadar test çözme imkanı bulamadığı için çoğunlukla bu boşluk dershanelerle doldurulmaya çalışılıyor ve bunun sonucu olarak okulların dışında yeni bir sektör oluşturuldu. Hemen belirteyim ki dershanelere karşı değilim. Ancak, dershaneler öğrencilerin okulda alması gerekeni veren kurumlar olmamalı. Okullar öğrencilere vermesi gerekeni verebildiği takdirde dershaneler takviye kurumlar haline dönüşecektir. Halbuki şimdi sınavlarda öğrencilerin başarısını birinci derecede dershanelerin belirlediği gibi bir görüntü ortaya çıkıyor. Böyle olunca da "Madem böyle okullara ne gerek var?" sorusu akla geliyor.
Okul, bir diğer ifade ile dersliklerin yetersizliği ile öğretmenlerin yaşadıkları sıkıntılar sebebiyle kendilerini işlerine tam olarak veremeyişlerini, öğretmen yetiştiren kurumların eskisi kadar verimli olamayışını da eklerseniz ortaya bugünkü istenmeyen görüntü çıkıyor.
Geçmişte ortaokuldan sonra öğretmen okullarına giden öğrenciler buralarda aldıkları eğitim ile gerçekten başarılı öğretmenler olarak hayata atılıyorlardı. Her öğretmeni üniversite mezunu yapalım derken üniversiteleri öğretmen fabrikasına dönüştürdüler. Bunun da kaliteyi düşürdüğünü düşünüyorum. Öğretmen okullarından mezun her sınıf öğretmeni en az bir enstrümanı çalmayı bilirdi. Her öğretmen çocuklara yönelik pek çok şarkı ve marşı bestesine uygun olarak ezbere bilirdi. Böyle olunca özellikle ilkokulun birinci ve ikinci sınıflarında dikkati çabuk dağılan çocuklar beş dakikalık bir dikkat toplama molası verilir. Bu arada çocuk şarkısı yada bir müzik parçasının öğretmen tarafından bildiği sazla çalınmasıyla çocuğun dikkati yeniden derse çevrilirdi. Şimdi böyle mi? Öğretmen derse giriyor eline tutuşturulmuş müfredatı tamamlamaya çalışıyor. Öğrencinin dikkati belli bir süre sonra dağılıyor, öğretmenin anlattıklarını anlayamadan ders bitiyor. Hemen belirteyim ki tüm bunları öğretmenlerimizi suçlamak için söylüyor değilim. Sistemin yanlışlığına dikkat çekmek istiyorum.
Bu gidişle eğitimde kalitenin sağlanması mümkün olmayacak görünüyor... Birtakım ülkelerin uygulayıp kendilerine göre geliştirdiği programları aktararak, yetersiz dersliklerle ve kafasının içindeki binlerce problemle derse giren öğretmenle daha fazlasını beklemek imkansızdır. Yapılan iş eğitimden ziyade dershaneler aracılığı ile çocuklarımızı "Test robotları"na dönüştürmekten ibarettir. Üniversite sınavında 30 bin gencimizin sıfır çekmesi de bu test robotlarının arıza yapması anlamına geliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.