Halkın dediği olacak mı olmayacak mı?
Son zamanlarda ortaya çıkan bir takım tartışma konuları karşısında bürokrasinin halkın seçtiklerine karşı ciddi bir direniş sergilediği gözleniyor. Bir bakıma halkın değişim ve daha fazla özgürlük ve gerçek anlamda demokrasi isteklerinin kıyısından köşesinden hayata geçirilmeye çalışılması karşısında bürokrasinin sergilediği direnişi üzüntüyle izliyoruz.
Bu direnişin yasalara uygun olup olmadığının tartışması ayrı bir konu. Genellikle darbe dönemi anayasası ve o dönemlerde hazırlanmış yasalara sığınıldığı kesin.. Bu açıdan olaya bakıldığında genellikle halkın seçtiklerine ve yapmak istediklerine karşı bazı çevrelerin sergilediği direnişin hukuki bir kılıfa sokulduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak, son gelişmeler, açılan soruşturmalar ve görülen davalar sebebiyle gördük ki, bazı atanmışlar (bürokratlar) bazen darbe dönemlerinin yasalarına bile uymamışlar, bu anayasaların kendilerine verdiği yetkiyi yeterli bulmamışlar. Yasa dışı pek çok eyleme kalkışılmış.
Elbette devlet kurumları içinde zaman zaman yasaların hudutlarını aşanlar çıkabilir. Bu tiplerden yasalar çerçevesinde yine devlet kurumları aracılığı ile hesap sorulabilir. Ancak ülkemizde bu yasaları ellerinin tersi ile bir kenara itip "Yasa biziz" diyenlerden şimdiye kadar hesap sorulamadığı, yakalarına yapışılamadığı için bugün daha nasıl sonuçlanacağı belli olmayan soruşturmalar üzerine bazı kurumların bazı mensupları soruşturmaları ve devam eden yargılamaları sulandırmak, devre dışı bırakabilmek için bir takım hamleler geliştiriyorlar. Diyelim ki tüm bunlar yıllardan beri devam eden alışkanlıkların yıkılmasına karşı gösterilen bir reflekstir. Ancak, bu refleks giderek öyle bir boyut kazanıyor ki halkın seçtiklerine meydan okuma, halkın seçtiklerinin kararlarını yok sayma noktasına ulaşmış durumda. Böyle olunca da mevcut sistemin demokrasi olarak tarif edilip edilemeyeceğinin yeniden tartışılması noktasına gelinmiş bulunuluyor.
Demokrasilerde halkın seçtiklerinin son sözü söylemesi gerekir. Çünkü onların yanlış yapması, yanlış uygulamalara imza atmasının hesabını çeşitli devlet kurumları sorabileceği gibi, seçim döneminin sonunda halkın soracağı hesap çok daha ağır olacaktır. Bir zamanlar üçlü bir koalisyon hükumeti iş başındaydı. ABD'den bile ithal ekonomist getirdiler ama erken seçim kararının ardından yapılan seçimlerde halk koalisyon ortağı üç partiyi de sandığa gömdü. Bu bakımdan bir takım atanmışların halkın seçtiklerine, "Siz ülkeyi doğru yönetemiyorsunuz. Gereksiz yere bir takım soruşturmalara ve yargılamalara zemin hazırlıyorsunuz. Siz bunu yapamazsınız" anlayışından hareketle adeta direnişin de ötesinde savaş yürütmeleri doğrusu halk iradesinin hiçe sayılması, bir diğer ifade ile halkın aşağılanması, verdiği oyların geçersiz kılınması anlamına gelir ki bu hakkı hiçbir devlet kurumu ve bu kurumun bazı yöneticilerine hiçbir yasa vermez. Çünkü, halk iradesinin yok sayıldığı sisteme demokrasi denemez.
Her ülkede bir takım kimseler demokrasinin en iyi yönetim biçimi olduğuna inanmayabilirler. Kendilerine göre tepeden inmeci yönetim şekillerini beğenebilirler. Ancak, darbe anayasalarında bile sistemin adı demokrasi olarak belirlenmiş ise buna herkesin uyması gerekir. Aksi halde ağır suç işlemiş olurlar. Demokrasi halk iradesine saygı olduğu kadar farklı görüş ve düşüncelere de tahammül rejimidir. Herkes bizim gibi düşünecek, bizim beğendiğimizi beğenecek, beğenmediğimizi beğenmeyecek dayatmasının ülkemizde yıllardan beri tezahürlerini hep görüyoruz. Ancak, artık bu dayatmalarla ülkenin geleceğinin belirlenmesinin sonuna gelinmiştir. Gelinmek zorundadır.. Çünkü, halkı bir kenara iten anlayış artık çok gerilerde kalmıştır. Modern dünyada bu tür anlayışlar reddediliyor. Bir ülkede bir takım çevreler hem ilericiliğin ve modernliğin savunuculuğunu yapıyor hem de halkı bir şeyden anlamaz, ülkesi ve kendisi için neyin iyi olduğunu bilemez kabul etmek, edenler için ciddi bir eksiklik ve çelişkidir. Bu çelişkiden tüm kurumalarımızın ve yöneticilerin bir an evvel kurtulmaları ülkeye hizmet anlamına gelecektir. Yoksa bir takım kişiler kanunları çiğnemeyi kendilerinde bir hak gibi görmüşlerde bu kişiler bazı yargı mensuplarının desteğini almışlarsa o ülkede artık balık bir yana tuz kokmuş demektir.. O zaman yapılacak iş millet olarak hepimizin başımızı ellerimizin arasına alıp derin derin düşünmektir. Verilecek karar ise halkın dediğinin olup olmayacağı ile ilgilidir. Sistem halkın dediğinin olmasını emrediyor. Biz böyle görüyor, böyle okuyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.