Hayrünnisa Hanım'dan kaçan General
Abes kilitlenme
Meclis Başkanlığına da eşi başörtülü bir ismin seçilmesiyle ilgili olarak fanatik laikçiler tarafından yapılan, “Devletin tepesinde millî görüşün sacayağı tamamlandı, devletin başına türban geçirildi” şeklindeki provokatif yorumlar devam ederken, YAŞ toplantısından çıkan terfî kararlarından biri, bu bağlamda hayli enteresan bir paradoks oluşturdu.
Ankara Garnizon Komutanı iken, eşiyle birlikte bir geziden dönen Cumhurbaşkanını karşılama merasimi sırasında, sırf Hayrünnisa Hanımla tokalaşmamak için karşı sıraya koşturan Korgeneral Aslan Güner, orgeneralliğe yükseltilerek Genelkurmay 2. Başkanlığına getirildi.
Bu esnada çekilen tuhaf görüntülerle hatırlanan Güner, şimdi karargâhın iki numaralı ismi.
Haddizatında o esnada Güner’in yaşadığı sıkıntı, kendi şahsî tercih, karar ve inisiyatifinden ziyade, Genelkurmay’ın başörtüsüyle ilgili olarak, gereksiz bir şekilde kendisini angaje edip, millet nezdinde “saplantı” olarak algılanan ve en çok da tesettürlü şehit analarını rencide eden o anlamsız kurumsal tavrın sonucu ve yansıması.
Gerçi Güner’in bu husustaki kişisel kanaatinin ne olduğunu bilmiyoruz, ama asıl sıkıntının, söz konusu kurumsal tavırdan kaynaklandığı ortada.
Bu tavırdaki ısrarın başka ne tür garipliklere yol açtığının bir örneği, Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Genelkurmay karargâhında hazırlanan protokol raporunda gözleniyor.
Raporda, Bayan Gül’ün askerî hastanedeki bir yakınını ziyareti durumunda kendisine türban konusunun hatırlatılması; kabulün zorunlu olduğu durumlarda en alt seviyedeki protokol görevlisi ile refakat edilmesi, seyahatlerdeki konaklamalar için başyaverin askerî tesislere değil, “daha uygun” mekânlara yönlendirmesi; resepsiyonlara eşsiz katılıp kısa süre sonra ayrılma gibi detaylı seçeneklere yer verilmiş. (Taraf, 31.7.09)
Bu gereksiz sıkıntıda ısrar niye?
Son şık için “Bu hareket tarzının uygun gerekçelerle halka izah edilmesi” kaydının düşülmesi de ihmal edilmemiş ki, bu, söz konusu davranışın izaha muhtaç olduğunun asker tarafından da fark edildiğine işaret. Ama bu konuda halkı ikna edecek “uygun gerekçe” bulmak mümkün mü?
İşte yasakçı anlayış, askeri böyle sıkıntılı durumlara düşürüyor ve gereksiz yere bu çeşit abes işlerle de uğraşmak durumunda bırakıyor.
(Galiba Özkök döneminde bir ara Genelkurmay, başörtüsü yasağının asker desteğiyle sürdüğü şeklindeki algıdan rahatsızlık duyduğuna dair işaretler verir gibi olmuştu, ama arkası gelmedi.)
Bilindiği gibi, tesettüre olumsuz bakış Genelkurmay ile de sınırlı değil. Yargı, yüksek bürokrasi, daha ziyade CHP çizgisinde kendisini gösteren siyasetçi sınıfı, kendilerini seçkin ve elit olarak gören kesimler bu konuya hep aynı şekilde bakıyor.
Başörtüsünü, tesettürü kendi kafalarına göre biçimlendirdikleri “modernlik ve çağdaşlık” anlayışı ile bağdaştıramıyor; gericiliğin ve irticanın en belirgin simgelerinden biri olarak görüyor ve bu “simge”nin bazı siyasî kadrolar tarafından sahiplenilip savunulmasını da “dinin siyasî amaçlarla istismarı” olarak niteleyip mahkûm ediyorlar.
Yıllardır çok ciddî mağduriyetlere sebep olan bu abes kilitlenmenin ne zaman son bulacağı hâlâ belirsiz. Buna karşılık, tesettür gerçekte asırlardır toplumumuzun yerleşik bir gerçeği iken, taraftarlık ve karşıtlık ikileminde bir kutuplaşmanın simgesi haline getirilmesinin yol açtığı zıtlaşmaların, devletin tepe noktalarındaki kurumlarda ne gibi tuhaflıklara yol açabildiği, yazının başında aktardığımız tablolarda görülüyor.
İşin garibi, Cumhurbaşkanının, Başbakanın, Meclis Başkanının eşlerinin örtülü olması bir taraftan “Devlet türban taktı” gibi tahrikkâr yorumlara konu ediliyor, ama diğer tarafta bu durum, AKP iktidarının işbaşında olduğu yedi yıl boyunca daha da yaygınlaştırılıp şiddetlendirilen yasağın asıl mağdurlarına hiçbir fayda vermiyor.
Bakalım, bu ayıptan ne zaman kurtulacağız...