Eskimeyen mesajlar
Hükümet, önce “demokratik açılım” dediği, ardından “kardeşlik ve barış projesi” adını koyduğu ve son olarak “millî birlik projesi” diye isimlendirdiği çalışmayı sene sonuna kadar bir neticeye ulaştırmak istiyor.
Başbakan daha evvelki beyanlarında, normal şartlarda süresi 2011’de dolacak olan bu Meclis döneminde çözümü hedeflediklerini söylemişti.
Şimdi bu vadeyi yıl sonuna çekmesinin, epeydir konuşulan senaryolar çerçevesinde muhtemel bir erken seçim hesabıyla ilgisi olabilir mi?
Bilemiyoruz, ama hükümetiyle, muhalefetiyle ve siyaset dışı kesimleriyle toplumun tamamını bîzar eden, on binlerce cana mal olan ve çözümü geciktikçe daha çetrefilli hale gelip kronikleşen bir sorunun kısa sürede halli mümkün mü?
Şayet her türlü önyargı ve kuşkulardan arınarak, iyiniyet ve samimiyetle, ortak bir çözüm iradesi üzerinde yoğunlaşılabilirse, niye olmasın?
Ama görünen o ki, bu atmosferin hâlâ uzağındayız. Tavırlar çözüme değil, önyargılara, ideolojik şartlanmalara ve siyasî hesaplara endeksli.
Bir tarafta, “çözüm” adı altında terör örgütüne meşrûiyet kazandırılmak ve buna dayalı olarak “vatanın bölünmez bütünlüğü”nü bozacak birtakım uluslararası siyasî projelere vücut verilmek istendiği öne sürülüyor; diğer tarafta bölünme korkusu pompalanıp, “vatana ihanet” suçlamaları dillendirilerek ve bu uğurda şehit cenazeleri de istismar edilerek çözüm engellenmeye, böylece “terörden geçinenler”in oluşturduğu kirli çıkar ve rant ilişkileri ağının devamına çalışılıyor.
Gerçi gelinen noktada, hangi gerekçeyle olursa olsun, itiraz ve karşı çıkma tarzında ortaya konulan tepkici tavırlar, sahiplerini “Yine engelliyorlar” bakışının muhatabı kılıp marjinalleştiriyor.
Ama öfke ağırlıklı tepkilerin duygusal söylemlerle seslendirilmesinin bazı kesimlerde etkili olduğu ve bunun öngörülemeyecek provokasyonlara açık bir atmosfer oluşturduğu da bir vâkıa.
Bu çok hassas süreci kesintiye uğratma riski en yüksek etkenin provokasyonlar olduğu da.
Geçerliliğini hâlâ koruyan mesajlar
Buna karşı en büyük güvence, artık kolay kolay tahriklere kapılmama bilincini kazanan ve dolduruşa gelmeyen sağduyulu bir toplum yapısı.
Esasen bu sağduyu toplumda hep vardı ki, o sayede çok dehşetli fitne ve badireleri aşabildik.
Ama fitneler kılık değiştirerek, imtihanlar da hız kesmeden devam ediyor. Onun için, her an teyakkuz halinde olmamız ve sözünü ettiğimiz sağduyuya vücut veren mânâları sürekli tahkim ederek beslememiz ve pekiştirmemiz gerekiyor.
Ki, Bediüzzaman’ın yaptığı da bu. O, tarihî bir dönemeçte “Millet tenvir ve irşad edilmelidir” diyerek çıktığı yolda, öteden beri seslendiregeldiği akıl, hikmet ve duygu yüklü birleştirici kardeşlik mesajlarını, maruz bırakıldığı dayanılmaz haksızlıklar karşısında bile daha güçlü vurgularla tekrarlayarak, bu mânâya büyük katkılar sağladı.
Onun için, Bediüzzaman’ın verdiği parametrelerin esas alınması, çözüm sürecinin başarıya ulaşmasında çok hayatî bir rol ve önem taşıyor.
Akan kanın durdurulması, can kayıplarının geride kalanlarda bıraktığı psikolojik travmanın tedavisi, samimî bir helâlleşme atmosferinin oluşturulması ve sorunun, olup bitenlerle hiç ilgisi olmayan masum insanları ve özellikle genç kuşakları da mağdur edecek şekilde ilânihaye sürüp gidecek bir kan dâvâsı haline gelmesine meydan verilmemesi, tahribi için herşeyin yapılmasına rağmen özde hâlâ muhafaza edilen kardeşlik ruhunun tekrar canlandırılması başta olmak üzere sürecin önemli başlıklarında ondan alınması gereken çok değerli mesajlar var.
Bu mânâları sağlam ve köklü bir temel üzerinde inşa ederek, toplumu her türlü fitne ve tuzağa karşı bağışıklık kazanmış, muhkem, şuurlu, dengeli, sağlıklı bir bünyeye sahip kılabilmek için, söylendikten yüz yıl sonra dahi geçerliliğini koruyan bu mesajlar mutlaka can kulağıyla dinlenip, gerekleri samimiyetle yerine getirilmeli.