Hisseli kıssalar

Hisseli kıssalar

Adamın biri ununu öğütmek üzere değirmene gitmiş.
Değirmenci unu öğüttükten sonra “Şu sağ taraftakiler senin unun. Onları çuvalına doldur” demiş.
Adam kendi ununu doldururken değirmenciyi kolluyor, o arkasını dönünce sol tarafta bulunan başkasının ununu da katıyormuş çuvalına.
Değirmenci aniden dönünce adamın hırsızlığını görmüş ve bağırmış:
-Ne yapıyorsun sen öyle? Niye başkasına ait unu kendi çuvalına dolduruyorsun?
Adam boynunu bükmüş:
-Şey, kusura bakmayın, ben deliyim.
Değirmenci pek yutmamış bu numarayı:
-Madem delisin, niye kendi ununu başkasının ununa ilave etmiyorsun?
Adam pişkin bir gülümsemeyle cevap vermiş:
-Ben deliyim, salak değil!..
Malum, bu ülkede en kolay iş siyasetçiyi ve siyaset kurumunu eleştirmektir. Oktay Ekşi de sık sık köşesinde Başbakanlara 27 Mayıs ve Menderes’in hazin akıbetini hatırlatan yazılar yazmasıyla ünlüdür.
Aynı hatırlatmaları bir süre önce Başbakan Erdoğan için de yazmıştı.
Ekşi niye bu tür darbe çağrıştıran uyarılarda bulunduğunu kendince şöyle izah ediyor:
“Ben bu hatırlatmaları ülkeyi düşündüğüm için, demokrasimiz zedelenmesin diye, 1960 dönemindeki acılar yeniden yaşanmasın diye yapıyorum.”
Yerseniz tabii.
önceki gün gazeteci arkadaşım Ahmet Kekeç, köşe yazısında Oktay Ekşi’ye bazı sorular sorarak şöyle diyordu:
“Neden ‘uyarı’ görevimizin öznesi hep ‘seçilmişler’ oluyor? Darağacı kuranlardan, siyasetçilere beyaz gömlek giydirme ayrıcalığına sahip olanlardan niçin esirgiyoruz bunu? Onların hiç mi kabahati yok?... Madem arzulanan demokrasimizin yara almaması, yaralanmaya yol açanlar kadar, ‘yaralayanlar’a karşı da bir çift sözümüz olmalı. öyle değil mi Oktay Başkan?”
Ekşi bu soruya cevap verir mi vermez mi bilemem ama bunun neden böyle olduğunu ben şöyle izah edebilirim:
Bizim gazetecilerimiz akıllıdır, uyanıktır, kimi eleştireceğini iyi bilir.
Onlar gazetecidir, saf değil!..
-
Bir zamanlar var olan Doğu Bloku’nun Ortak Pazar’ı da COMECON’du bilirsiniz.
O zamanın çekoslovakya’sında “Deniz Ticaret Bakanlığı” kurulunca, bazı COMECON üyeleri çek yöneticilere şaşkınlıkla sormuşlar:
“Yahu sizde deniz yokken nasıl olur da Deniz Ticaret Bakanlığı kurarsınız?”
çek yöneticiler umursamaz bir tavırla omuz silkip cevap vermişler:
“Amaan canım siz de! Ona bakarsanız Sovyetler Birliği’nde Adalet, Bulgaristan’da da Kültür Bakanlığı var!..”
Bu da anayasasında “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olduğu yazan ülkemize, uyarlamasını sizin yapacağınız bir kıssa işte.
Hissenizi alın alın!..
-
Tramvayda dikkatsiz ve münasebetsizin biri, Refii Cevat Ulunay’ın ayağına sertçe basar geçerken.
Canı hayli yanan Ulunay, çığlıkla karışık “Sersem” diye bağırır.
Bunu duyan adam, kabadayı bir edayla geri döner:
-Anlayamadım, sen bana mı “sersem” diyorsun?
Ulunay cevap verir:
-Kendinizi bu kadar da beğenmeyin efendim! Dünyada sizden başka sersem yok mu sanıyorsuuz?
Siz siz olun, uluorta yorumlarla milletin kafasını karıştırıp gerilim çıkarmak isteyenlere “sersem” demeyin.
çünkü onlar da sadece kendilerini sersem sanmanın yanılgısı içine düşebilirler!..
-
Dükkanı Mahmutpaşa’da olan bir okuyucum anlatmıştı; işyerine bir dilenci gelir.
Bildik duaları sıralayarak çalışanlardan para ister.
çalışanlardan biri, genelde dilencilere söylendiği şekilde sertçe “şu anda patron yok, başka kapıya” der.
Dilenci gene dualarla aynı talebini yineler, bu sefer işçilerden biri biraz daha sertçe cevap verir:
“Patron yok dedik kardeşim, patron yok!”
Dilencinin kafası atmıştır:
“Ulan sanki patron burda olsa bana dükkânı mı bağışlayacak? Verin bir 25 kuruş da gidelim işte!”
Ee, dilenci haklı tabii.
Siz bu zamana kadar dilencilere dükkân bağışlayan patron gördünüz mü?
Bu soruyu patron bir arkadaşıma sorduğumda şöyle demişti:
-Tabii ki dilenciye dükkân bağışlayan patron olmaz. Aksi takdirde o da dilenmeye başlar!..”
-
Padişah 2. Abdülhamit Han zamanında, bir ara donanma çarkçıbaşıdan geçilmez olmuş.
İşten anlar anlamaz bir sürü çarkçıbaşının istihdamı, rahatsızlık meydana getirmiş.
Sonunda çarkçıbaşıları bir sınavdan geçirip işi bilenlerin kalmasına, bilmeyenlerin ise emekli edilmesine karar verilmiş.
Sınavlar başlamış.
çarkçıbaşılardan biri varmış ki, gerçekten çok hoşsohbet biriymiş.
Hani ağzından bal damlayan cinsten.
Sınavı yapan paşaya rica etmişler;
“Şuna biraz kolay bir soru sorun da kadroda kalsın.”
Paşa da öyle yapmış, çarkçıbaşıya gayet sıradan bir soru sormuş:
-Söyle bakalım çarkçıbaşı, gemin seyir halindeyken aniden kazan patlarsa ne olur?
çarkçıbaşı ellerini dua eder gibi kaldırarak cevap vermiş:
-Allah o günleri göstermesin paşam!..
Biliyorsunuz; İstanbul’un en önemli gündem maddelerinden biri de deprem.
Uzmanlar ikide bir büyük bir depremin kapıda olduğunu, 17 Ağustos depreminden gerekli dersleri almamız gerektiğini, söyleyip duruyorlar ama yumurta kapıya dayanmadan bir şey yapmama huyumuz da devam ediyor.
çoğu kez binalar aynı mantıkla yapılmaya devam ediliyor. Birçok kişi en azından sağlamlaştırma çalışmaları için bile naz ediyor. Depremde neler yapılması gerektiğini bilen hâlâ çok az.
Tüm bu şartlar altında, ne zaman birisi muhtemel bir büyük deprem konusunda ne düşündüğümü sorsa, gayri ihtiyari çarkçıbaşı oluyorum:
Allah o günleri yaşatmasın!..
Hayırlı hafta sonları efendim!.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi