Seküler ulemalık ve ‘tezahür’ alerjisi

Seküler ulemalık ve ‘tezahür’ alerjisi

Dinle, ona inanan kişi arasındaki en temel bağ, bu dünyanın bir de “ötesi” olduğudur.
öteki dünya… Yani ahiret…
Buna içtenlikle inanan kişi, öteki dünyada nasıl bir muameleye tabi tutulacağının ancak bu dünyadaki tavır ve davranışlarından geçtiğine de inanır.
Bu anlamda iki dünya, başta bazı köşe yazarı arkadaşlarımız olmak üzere kimi “sekülerci” çevrelerin ısrarla anlamazlıktan gelmeye çalıştığı gibi, birbirinden kopuk ve bağımsız değildir.
Daha kestirmeden söylersek, bir gün ölüp de toprağın altına girdiğinde hesap vereceğine içtenlikle inanan bir kişi için, siz istediğiniz kadar bazı şeyleri önemsiz görmeye ve göstermeye çalışın; pek bir anlam ifade etmeyecektir. çünkü o kişi, Mahkeme-i Kübra geldiğinde, sizin yazdıklarınızı mazeret gösterme hakkına sahip olmadığına, dahası, orada geçerli olan ilke ve yasaların dünyadakilere benzemediğine inanmaktadır.
Dine dair herhangi bir tartışma gündeme geldiğinde, bizim bazı sekülerci köşe yazarı arkadaşlarımızın ısrarla anlamamaya çalıştığı ya da anlamazdan geldiği nokta tam da budur.
Onlar, önce dini alelade ve sıradan bir ideolojiye indirgeyip ahiret boyutundan yalıtmaya çalışıyorlar, sonra da kendileri için önemsiz saydıkları şeylerin herkes için önemsiz, kendileri için önemli saydıklarının da herkes için önemli olmasını istiyorlar.
Ne hakla? Eğer ortada dini açıdan yanlış yorumlara kapılmaktan doğan bir husus varsa, bu da köşe yazarlarını vs ilgilendirmez.
Kaldı ki, insanlar dini yanlış yorumluyorlarsa veya din adına birtakım hurafelere kapılmışlarsa, ahirette bunun hesabını köşe yazarlarına vermeyeceklerini biliyorlardır.
Kimsenin başkalarının durumuna bakarak rahatsız olma hakkı yoktur.
İnsanlar başkalarından ancak ve bir tek şart altında rahatsız olabilirler:
O da bir kişinin kendi inanç, düşünce veya yaşam biçimini başkasına zorla dayatmaya kalkmasıdır.
Bu olmadığı sürece, başkası şöyle yapıyormuş, böyle giyiniyormuş; kime ne!
Peki bazı sekülerci arkadaşlarımız neden dini olan her tezahürden bu kadar rahatsızlık duyuyorlar?
Kuşkusuz bu soruya verilecek çok değişik cevaplar olabilir.
Herkesin karşı çıkış saiki farklı olabilir.
Diğer faktörleri de ihmal etmemek kaydıyla, bana öyle geliyor ki, bazıları ölüm ve ahiret düşüncesini, biraz da kendi seküler hazlarının tadını kaçıran bir “oyunbozan” gibi algılıyorlar.
Belki inandıkları, belki inanmadıkları, belki de şüphecilik anaforunda kıvrandıkları için, onlara şöyle veya böyle toprağın altını ve ahireti hatırlatan, bir gün hesap verileceğini çağrıştıran, ötelere çağıran şeylerden rahatsız oluyor, dini her görünürlüğün sadece vicdanlarda hapsedilmesini istiyorlar.
Hatırlarsınız; bir ara Zincirlikuyu Mezarlığı’nın kapısına asılan “Her nefs ölümü tadacaktır” ayeti için ne kadar da büyük tepki göstermişlerdi:
-Tam sabah işe gidiyoruz, bu levha morallerimizi bozuyor.
-öleceğini herkes biliyor, o halde bu soğuk gerçeği gözümüze sokmanın manası ne vs.?
Yine kimileri, bazı umuma açık yerlerde ibadet eden birini görseler, hemen büyük bir korku, panik ve şaşkınlık havası yaymaya çalışıyorlar:
-Bugün birini gördüm; adam resmen parkın çimleri üzerinde namaz kıldı.
-İnanmam. Yemin et! Gerçekten gözünle gördün mü? Ay, bu ülke nereye gidiyor böyle!
Bu arada dini bazı tezahürleri üzerinde taşıdığı halde, “beklenmeyen” davranışlarda bulunanları da tuhaf hatta çocuksu bir sevinçle anlatıyorlar:
-Gazetedeki başörtülü kız ve sevgilisinin fotoğrafını gördün mü? Demek ki her türbanlı da aynı değil. Ah ah, şu mahalle baskısı olmasa…
Normal zamanlarda türbanı bir simge olarak görüp yasakçı ve öfkeli yazılar yazan kimi arkadaşlarımız, an geliyor, “Türbanlılar da makyaj yapıyor. Türbanlı ama altta yırtmacı var. Türbanlı ama konserlerde dans ederken kendinden geçiyor. Türbanlılar kendi modalarını yaratıyorlar” türünden “sevindirik” yazılar kaleme alıyorlar.
İş birazcık seküler alana çekilmesin yani, anında yüzlerinde gülücükler açıyor, anında iyimserleşiyorlar.
Belli ki “yırtmaçlı eteğiyle pop konserinde danseden türbanlı kadın” haberleri, Zincirlikuyu Mezarlığı’na asılan yazının yol açtığı huzursuzluğun tam tersine, bu arkadaşlarımıza değişik bir rahatlama duygusu bile veriyor, mutlu oluyorlar.
Tabii ki herkes dilediğini düşünsün ama kendi vehimlerinden hareketle bütün bir toplumu ilzam edecek totaliter bir modernleşme projesine saplanıp kalmak hoş değil.
Medyadaki post modern seküler müftü arkadaşlarımızın bilir bilmez yaptıkları “Dinde reform lazım, aslında Kur’an’da şu yok, bu yok” türünden din analizleri, kitlelerin zihnine nakşolmuş ölüm, ahiret ve hesap gerçeği karşısında her seferinde komik kalıyor.
Sonuçta herkesin hayatı kendine.
Nasıl olsa, ne kimileri öyle istiyor diye güneş batıdan doğar, ne de kimileri hatırlamak istemiyor diye insanlar ölümü ve sonrasını düşünmekten vazgeçer.
O halde en iyisi, çocuksu heyecan ve rahatsızlıkları bir kenara bırakıp herkesin kendi işine gücüne bakması değil mi?
--------
MüNAŞAKA
Yapılan araştırmalar, erkeklerin kadınlarda aradığı en önemli özelliğin “aşçılık” olduğunu ortaya koymuş,
“Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer” hikâyesi hâlâ devam ediyormuş yani.
Bundan hareketle, “kocalar şişmanladıkça kadınlar daha çok çiçek alır” diyebilir miyiz acaba?
--------
SöZüN öZü
İnsanlar ölüme çare bulamadıkları sürece din gerçeği de var olacaktır. (Dostoyevski)


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi