Abdulkadir Özkan

Abdulkadir Özkan

Yargı kendi kendini yıpratmıyor mu?

Yargı kendi kendini yıpratmıyor mu?

Yargı reformunun gündeme gelmesi ile birlikte yüksek yargı ile yürütme arasında başlayan karşılıklı eleştiri zaman zaman da atışmaya dönüşen tartışma tüm dikkatleri üzerine çekerken bu defa da gündeme yargı içindeki gruplaşma, karşılıklı güç gösterisi gündeme gelmiş durumda.

Böyle olmayabilir. Yapılan her şey ve alınan kararlar kanunun verdiği yetkinin kullanılması neticesinde yaşanıyor olabilir. Ancak, kamuoyuna yansıyan haliyle toplumun kafasında bir takım tereddütler oluşmasına vesile oluyor. Erzincan yetkili savcısının evinde ve bürosunda arama yapılmasının ardından Erzurum yetkili savcısının HSYK tarafından görevden alınması, bunun ardından mahkemenin Erzincan yetkili savcısının tutuklanmasına karar vermesi ister istemez yargı içinde bir çekişme olmasa bile gruplaşmanın ilk işaretlerini vermeye başlamıştı.

Olaylar bundan sonrada hızla gelişmeye devam etti. Özellikle İstanbul merkezli gelişmeler sözünü ettiğimiz bu gruplaşmayı giderek farklı biçimlerde ortaya çıkarmaya başladı.

Tutuklu bazı sanıklar hakkında nöbetçi hakimin tahliye kararı vermesi, bu karara karşılık tahliye edilen zanlıların yeniden tutuklanmasına tahliye kararı veren hakimin de üyesi olduğu ağır ceza heyetinin oybirliği ile karar vermesi ister istemez kamuoyunda neler oluyor sorusunu gündeme getirdi. Bu arada mahkeme heyetinin yeniden tutuklama kararının gerekçesinde tahliye kararını veren hakimi suçlayıcı cümlelere yer vermesi kafa karışıklığı ve tereddütlerin daha da artmasına vesile oldu.

Belki bazıları tüm bu gelişmeler yargının iç meselesi diyebilir. Doğrudur.. Yargının iç meselesidir ama böylesine birbirini tekzip eden kararlar karşısında sade vatandaşın yargıya karşı güveni sarsılmaz mı?

Mesele bununla da bitmiyor.. Geçtiğimiz günlerde medyada İstanbul Başsavcılığı'nın ilgili kurumlara kendi onayı olmayan işlemlerin yerine getirilmemesi yönünde bir yazı gönderdiği haberleri yer aldı. Bu haberler ne oluyor, bazı savcılar başsavcıyı atlayarak bir takım araştırma ve soruşturmalara mı girişiyorlar sorusunu gündeme getiriyordu. Eğer böyle bir durum varda başsavcılık tedbir almak için böyle bir yazı gönderiyorsa da çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız demekti. Aksi yani böyle bir durum yokta muhtemel bir takım gelişmeleri engellemek için bu yola başvurulmuş ise bu da yargı içinde bir güven bunalımının varlığını göstermesi bakımından tedirgin ediciydi.

Olaylar bununla da bitmedi. Balyoz operasyonunun son halkası için harekete geçilmişken bu defa iki soruşturma savcısının İstanbul Başsavcılığı tarafından görevden alındığı ve operasyonun yarıda kesildiği gündeme bomba gibi düştü.

Bu gelişmeler medyada farklı şekillerde yer alıyor olsa da gelişmeler ister istemez toplumu endişelendiriyordu. Son gelişmeleri bir gazete, "86 Subaya gözaltı emri ortalığı karıştırdı" şeklinde verirken işin vehametini de ortaya koymuş oluyordu. Bu manşeti atan gazete tespitinde yalnız değildi. Bu arada iktidar yanlısı gazeteler ise olayı 'yargıya müdahale' ya da 'Savcı eylem planı' şeklinde verirken bir diğer gazete ise "Balyoz savaşları" şeklinde veriyordu. Kısacası olaya neresinden ve hangi açıdan bakılırsa bakılsın olayın yorumu ister istemez yargıda bir iç mücadeleyi gündeme getiriyor, en azından okuyana bu yönde bir hatırlatma yapıyordu.

Yargının verdiği bu görüntü ister istemez yargıyı tartışmanın içine çekiyor ve bu da güven konusunda bir sorun oluşturuyordu. Bunun için dünkü yazıma "Yargıyı tartışmanın dışında tutmak yargıçların elinde" başlığını atmıştım. Çünkü, yargı reformu ile başlayan yargı-yürütme arasındaki sürtüşme yeni bir boyut kazanmış ve yargı içinde bir gruplaşmanın ortaya çıkmasına vesile olmuştur.

Sebep her ne ise, hangi taraf haklı olursa olsun netice yargının yara aldığını, bunun için de artık yargıyı tartışma ortamının dışına taşımak için herkes üzerine düşeni yapmalıdır diye düşünüyorum. Tartışmalar kişiler etrafında oluyor görünse bile neticede zarar gören yargı kurumu olmaktadır. Buna da ne yargıçların ne de başkalarının sebep olması doğrudur. Çünkü bu tür bir gelişme yargının doğru tecellisini engeller. İster istemez yargı mensubunun tercih ettiği tarafa göre netice vermeye başlar ki sanıyorum ülkemize ve insanımıza yapılabilecek en büyük kötülük bu olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdulkadir Özkan Arşivi