Hayra alâmet değil
BDP’lilerin bir-iki haftadır seslendirdikleri bir endişe var: “TSK’nın terör örgütüne karşı hazırlıkları devam eden bahar operasyonları yoğunlaşırsa, zaten yürümeyen açılım iyice tıkanır, gündem tekrar teröre döner.”
Son günlerdeki gelişmeler, bu öngörüyü doğrular nitelikte. Operasyon-çatışma-mayın-şehit haberlerinin yine sıklaşması hayra alâmet değil.
Geçen yılki “TSK mayınları” sebebiyle verdiğimiz 7 şehitle ilgili olarak, dosyanın 10 ay sonra havale edildiği Askerî Savcılıkça yürütüldüğü belirtilen soruşturmada hâlâ bir netice alınamamışken, üstelik olayın yine örtbas edilmek istendiğine dair ipuçlarının belirdiği iddia edilirken gelen yeni şehit haberleri hem bir kez daha yürekleri yakıyor, hem de şüpheleri derinleştiriyor.
Böyle bir ortamda Samsun ve Karadeniz odaklı bir gerginliğin Kayseri üzerinden yaygınlaştırılmaya çalışılması da tesadüf olmasa gerek.
Samsun’da Ahmet Türk’e vurulan yumruğu, Ladik’te iki polisin şehadetiyle sonuçlanan terör saldırısının izlemesi, birkaç gün sonra Kayseri’deki şehit cenazesinde Enerji Bakanının yumruklanması ne anlama geliyor? Şimdi de yumruk provokasyonlarıyla mı ortalık kızıştırılmak isteniyor?
Kayseri’deki yumrukçunun hem İP’le bağlantılı, hem de “milliyetçi bir sendika” üyesi olup, “deli bozkurt” diye anıldığına dair haberler ne anlama geliyor? Ergenekon yapılanmasına temel oluşturan kızılelma koalisyonunun tipik bir örneği mi?
Saldırıların, “çok sıkı güvenlik tedbirleri”nin alındığı veya öyle olması gereken ortamlarda yapılması, farklı soru işaretlerini de akla getiriyor.
“Habur’daki karşılama” olayı için seslendirilen “Devlet içindeki açılım karşıtları tezgâhladı” iddiasının farklı versiyonları, ard arda gerçekleşen yumruk provokasyonları için de ifade ediliyor.
“Güvenlik güçlerinin içinde, yumrukçulara yol açıp fırsat veren birileri mi var?” diye soruluyor.
Gündemi teröre, şehit cenazelerine ve bu tür provokasyonlara kaydırma tezgâhının, Meclis Genel Kurulunda görüşülmeye başlanan anayasa paketiyle ilgisi olup olmadığı da merak konusu.
Bilindiği gibi, açılım projesi de, açıklanan mutasavver içeriğindeki yetersizliğe rağmen, ard arda gelen provokasyonlarla tıkanmış durumda.
Önce Habur’daki karşılama görüntülerinin yol açtığı zincirleme tepkiler. Ardından yeni şehitler verdiğimiz Reşadiye saldırısı. Bunlardan sonra, evvelâ “Kasım’da yine başlayacak” denilip, bilâhare yılbaşına ertelendiği söylenen Kandil, Mahmur ve Avrupa dönüşlerinden artık söz eden bile yok. Proje kapsamında telâffuz edilen “taş atan çocuklar” tasarısı ise, son olarak havale edildiği alt komisyondan hâlâ çıkabilmiş değil.
Bu arada, EMASYA protokolünün iptal edildiğinin açıklanmasından hemen sonra, 8 Şubat’ta Genelkurmay’ın bütün birliklere bir yazı göndererek, “Protokolün iptali, toplumsal olaylara müdahalede bir değişiklik getirmedi. Garnizon komutanları bu tür görevlere İl İdaresi Kanunu dahilinde devam edecektir” bilgi ve talimatı verdiğine dair haber (Bugün, 16.4.10), o konuda da değişen birşey olmadığını gösteriyor.
Protokolün iptali üzerine şunları yazmıştık:
“EMASYA kalktı, ama dayanağını oluşturan İl İdaresi Kanunu 11/D maddesi hâlâ yürürlükte. Ve EMASYA sonrasında bu maddenin etkinleştirileceği ifade ediliyor. Oysa bu maddede yine gayet sıkıntılı düzenlemeler mevcut. (...) Bu fıkra bu haliyle uygulamada kalmaya devam ettiği müddetçe işin içinden çıkılamaz. Ve EMASYA’yı kaldırıp bu maddeyi etkinleştirmek, sıkıntının artarak devamını netice verir. Dolayısıyla, 11/D’nin de mutlaka ıslahı şart...” (Bkz. “Derin tuzaklar” başlıklı yazımız, Yeni Asya, 6.2.10)
Açılımın lâfta kaldığı ve fiilen tıkandığı bir ortamda, bir taraftan provokasyonlarla toplumsal gerilimin tırmandırılıp İl İdaresi Kanunuyla askere verilen yetkilerin kullanılmasına müsait bir zemin oluşturulması, diğer taraftan operasyonların hızlandırılması, Türkiye’yi nereye götürür?