Çifte vesayet

Çifte vesayet

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, “Problem askerî vesayet olmaktan çıkıp yargı vesayetine mi dönüştü?” sualini “Evet” diye cevaplıyor (Seda Şimşek, Bugün, 26.4.10).

Bakanı, konumu gereği doğrudan muhatap olduğu yüksek yargı organlarıyla ilişkilerinde karşılaştığı sorunlar, özellikle HSYK ile yaşadığı krizler böyle düşünmeye yönlendirmiş olabilir.

Ama asker vesayetinin kalktığı izlenimi uyandıracak beyanları pek isabetli gibi görünmüyor.

Günlerdir üzerinde durduğumuz Millî Güvenlik derslerinin muhtevası ve yöntemi, bunların askerler tarafından verilmemesi yönündeki Bakanlık çabalarının sonuçsuz kalması ve kaldırıldığı açıklanan EMASYA protokolündeki yetkilerin İl İdaresi Kanununa istinaden devam ettirilmesi, bunun örneklerinden sadece birkaçı.

Gündemdeki anayasa paketinin askere ilişkin maddeleri ise, derinlere nüfuz etmiş bu vesayeti kaldırmaya yeterli olmadığı gibi, yer yer tam tersine daha da güçlendirdiğine dair endişeler var.

Yüce Divana sevk düzenlemesiyle komutanların Meclis Başkanı, Başbakan ve Bakanlarla aynı statüye yükseltilmesi ve sayısı arttırılan AYM üyeliklerinden birinin Askerî Yargıtay’a tahsis edilmesi, bu endişelerin önemli dayanaklarından.

Askere sivil yargı ve YAŞ kararlarının yargıya açılması maddelerinde, Genelkurmay’dan gelen talepler üzerine atılan geri adımlar da ayrı konu.

“Büyük reform” edasıyla sunulan değişikliklerin askere ilişkin olanları bunlardan ibaret ve yürürlüğe girmeleri halinde, askerî vesayeti kaldırma veya kısmen de olsa azaltma yönünde kayda değer bir gelişme getirebilme ihtimalleri zayıf.

Çünkü askerî vesayetin temel yapısı ve dayanağı, hiç dokunulmadan, olduğu gibi duruyor.

İşin bir de, perde gerisinde hâlâ aktif şekilde işlemeye devam eden “çifte vesayet” boyutu var.

Asker ve yargı vesayetleri, birlikte çalışıyor.

Son günlerde bir Anayasa Mahkemesi üyesine izafeten yayınlanan ses kayıtları, bu birlikteliğin yeni bir örneğini önümüze koyacak nitelikte.

Buna göre, Genelkurmay’da görevli hukukçu generalin, kendisine “Büyük toplum baskısını göğüsleyin, yani (AKP’yi) bir an önce kapatın” dediğini belirten bu mahkeme üyesi, “Devletin belli kesimlerinin, özellikle Silâhlı Kuvvetlerin bizden arzuları var. (...) Diyelim ki Başsavcı yeniden dâvâ açtı. Getirdiği zaman, işi biter” diyor.

Bu, işin sadece kapatma dâvâsıyla ilgili kısmı.

Bunun dışında, bilhassa basın ve yazarlar hakkındaki birçok dâvânın, Genelkurmay’ın yaptığı suç duyuruları üzerine açıldığı biliniyor. Askerin, kendi istediği yönde sonuçlanması için ısrarlı olduğu dâvâlarda, temyiz dahil bütün aşamaların, sonuna kadar ısrarlı takipçisi olduğu da.

Aslında asker ve yargı cenahlarına dayalı çifte vesayet olgusu, Türkiye için yeni bir durum değil.

27 Mayıs darbesinin kurduğu ve adalet tarihimize kara bir leke olarak geçen Yassıada “mahkemesi,” bunun en dramatik örneklerinden biri.

Bilindiği gibi, bu “mahkeme”nin üyeleri, milletin seçtiği Mecliste ve onun içinden çıkan hükümette ülkeye hizmet etmeye çalışmaktan başka bir “suç”ları olmayan insanlara reva gördükleri insanlık dışı muameleleri “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” gerekçesiyle açıklamışlardı.

Geçen Kasım’da rahmetli olan eski milletvekili ve hukukçu İhsan Tombuş’un “Tek parti ve DP dönemini, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül ihtilâllerini yaşadım. 28 Şubat’ta hepsinden fazla hukukun hırpalandığını, hukuka tasallut ve saldırı vuku bulduğunu, hukukun çiğnendiğini ve evrensel hukuka aykırı davranışlara girildiğini gördüm” diyerek vahametine dikkat çekmeye çalıştığı “yargıdaki 28 Şubat tahribatı”nın hafızalarda derin izler bırakan en hazin görüntülerini ise, Genelkurmay’daki irtica brifinglerine koşarak, yapılan konuşmaları dakikalarca ayakta alkışlayan yüksek yargı üyeleri vermişlerdi.

Sonrasını hep birlikte yaşadık. Halen de yaşamaya devam ediyoruz. Ve çifte vesayet sürüyor.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi