Her şey bir tiyatro oyunu gibi

Her şey bir tiyatro oyunu gibi

Hani bir laf vardır ya; “Mizahsız bir ülkede yaşanmaz, her şeyin mizah olduğu bir ülke ise tam bir cehennemdir” diye.
Bu lafı zihnimizin bir yerinde tutarak başlayalım yazımıza.
Dün 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü idi.
Bu vesile ile bugünlerde birçok kişi, bir yandan tiyatronun toplum hayatımızdaki yeri ve önemini anlatırken, bir yandan da ülkemizde tiyatronun hak ettiği yerde olmadığından, vatandaşlarımızın sanatın bu en önemli ve en insani olanına gerekli ilgiyi göstermediğinden yakınacak haklı olarak.
Acaba diyorum;
Tiyatroya ilgisizliğimiz, biraz da her şeyin bir tiyatro oyunu gibi cereyan ettiği ve izlendiği bir ülkede yaşıyor olmamızdan mıdır?
Aylardır ülkede gelişen olaylara, bu olaylar karşısında yapılan yorum ve takınılan tavırlara ve vatandaşın tüm bu olup bitenleri nasıl izlediğine bir bakarsak, ne demek istediğimiz daha kolay anlaşılabilir sanıyorum.
Hatta sadece iki olayı örnek olarak almak bile yeterli; birisi AK Parti’yi tasfiye etme girişimleri, diğeri Ergenekon tartışmaları.
Düşünün; bu ülkede, sandalye dağılımı beğenilmeyen TBMM’nin, Cumhurbaşkanı seçmesini engellemek adına bir 367 tartışması ve süreci yaşandı.
Bu toplumun neredeyse tamamına yakını bu girişimin neden ve niçin yapıldığında tam bir ittifak halindeydi.
Hatta kameralar önünde 367 hikâyesinin hukuki bir çaba olduğunu söyleyenlerin bazısı bile, özel sohbetlerde, yapılmaya çalışılanın bir hukuk garabeti olduğunu itiraf ediyordu.
Buna rağmen günlerce kerli ferli siyasetçiler, yorumcular ve medya mensupları, bu garabeti halkın gözünün içine baka savundular.
Derken bir iddianame getirildi ülkenin gündemine.
İçinde ne yok ki!
Malum kesim yine “Hukuka güvenmeliyiz. Yargı görevini yapmıştır. Türkiye bir hukuk devletidir vs” gibisinden bildik yorumlarını yapsa da vatandaş, neyin nasıl yürüdüğünü çok iyi biliyor.
Dahası vatandaş, başka konularda daha değişik bir tutum takınıldığında, bugün herkesi yargıya güvenmeye çağıranların nasıl feveran halinde yargıyı eleştireceklerini de biliyor.
Bazı gözaltılar yaşandığında eleştirdiler de zaten.
Sanki vatandaş bu ülkede yaşamıyormuş gibi, sanki vatandaş bu ülkede neyin hangi konjonktürlerde nasıl işletildiğine hiç şahit olmamış gibi yorum üstüne yorum yapanlar, bilmelidirler ki, ne kendileri sandıkları kadar uyanık, ne de vatandaş vehmettikleri kadar aptal.
Bu noktada vatandaşa kızmaya da kimsenin hakkı yok, “Efendim eğer vatandaş böyle düşünüyorsa yanlış düşünüyor” demeye de.
çünkü;
Eğer vatandaş bu ülkede neyin, hangi süreçlerde, nasıl döndürüldüğü hakkında bu kadar çok tecrübenin sahibi kılınmışsa, ne yapsın yani?
Allah'ın günü yaşadığı yığınla olaydan sonra, gözlerinin içine bakılarak söylenen süslü laflara, eksantrik analizlere inansın mı?
Gelelim Ergenekon tartışmalarına.
Yani düşünebiliyor musunuz; bu ülkede cinayetler işleniyor, bombalar patlatılıyor.
Bombayı patlatanların, cinayetleri işleyenlerin kimlerle ilişki içinde olduğu, kimlerle düşüp kalktığı belli.
Ayışığı ve Sarıkız namlı darbe planları ve bu planları kimlerin yaptığı belli.
Bu planların kotarılması akabinde yaşananlar ortada.
Şimdi… Her şey bu kadar açıkken, kimisi siyasetçi, kimisi gazeteci, hatta kimisinin gazetesi bizzat patlamaların mekânı olmuş birileri kalkıp, “Ergenekon falan diye bir şey yok. Sadece bu ülkenin aydınlanmacı ve ulusalcı insanları sindirilmeye ve taciz edilmeye çalışılıyor; hepsi bu!” diyebiliyorlarsa…
Yani… Söyleyecek söz bulamıyorum… İşte böyle…
Şimdi, kim bu yaşananların bir tiyatro oyununa benzemediğini söyleyebilir?
Hatta, kaç tiyatro oyunun içinde bize sabah akşam izletilenlerdeki kadar entrika, cinayet, yalan, dolan, macera, heyecan, komedi ve trajedi var ki?
Ne yapsın vatandaş; her akşam yorgun argın evine geliyor ve tüm bu yorumları, açıklamaları, analizleri izliyor.
Kimi zaman acı acı gülerek, kimi zaman içini çekerek, kimi zaman hüzünlenerek, kimi zaman da “Demek ben böyle bir ülkede yaşıyorum ha” deyip koltuğunda önce irkilip sonra büzüşerek…
Evet, vatandaş hem olup bitenleri, hem “kanaat önderliği” kılıfı altında kendisine aptal muamelesi yapmaya çalışanları, bir tiyatro oyunu izler gibi izliyor.
İzliyor ama yutmuyor.
Bu nedenledir ki, Brecht’in dediği gibi, bu halkı feshedip yeni bir halk ithal edemedikçe halksevmezlerin işleri zor.
Bu arada…
âcizane bir oyun yazarı olarak söylemeden geçmeye içim elvermedi;
ülkemizde her şey bir “tiyatro oyunu” kıvamında cereyan etse de…
“İnsan”ın, içine en çok dahil olduğu sanat olan tiyatroyu salonlarda seyretmek, en güzeli.
Dünya Tiyatrolar Günü kutlu olsun!..
--------
münaşaka
Gazetelerde bir haber:
“Adana Valisi İlhan Atış, daha önce denetim için gittiği bir lisede öğrencilere çanakkale Savaşları’nın nerede olduğunu sorduğunda, ‘Kars ile Erzurum arasında bir yerde’ yanıtını alınca şoke olduğunu söyledi.”
Medyamız bu haberi sıradan ve önemsiz gördüğü için küçük vermiş.
Haklılar tabii. Sonuçta alt tarafı, eğitimde kalite sorunu. Eğitimden kime ne!
Oysa eğer o çocuklar, okulun bodrumunda namaz kılmış olsalardı, günlerce manşetlerden inmezlerdi.
Ee, “gazetecilik” bu;
Boru mu?
-------
sözünözü
Hiçbir edebi ekol yoktur ki tiyatro ile başlamış olmasın.
(A. Hamdi Tanpınar)


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi