Yaşam biçimi dayatması

Yaşam biçimi dayatması

Geçen hafta sonu GENAR adlı bir araştırma şirketinin anketi yayınlandı gazetelerde.
Ankete katılanların yüzde 93.9’u “AK Parti döneminde yaşam biçiminize müdahale edildi mi” şeklindeki bir soruya “Hayır” cevabını vermişler.
Soruya “Evet” cevabı veren yüzde 6.1’lik kesim ise yaşam biçimine müdahale edilmesini “Ekonomik sorun yaşadım, iş olanakları azaldı, sosyal yaşantı kısıtlandı, toplum muhafazakârlaştı, çevremden kapanmamı istediler, fikir bazında baskı arttı, türban takmayanlara farklı bakılmaya başlandı” gibisinden genel ve soyut bir düzlemde ifade etmişler.
Yeni Şafak bu anketi “Yaşam biçimimize müdahale yok” başlığıyla duyurdu.
Her vesileyle AK Parti döneminde insanların yaşam biçimine müdahale edildiğini söyleyen çevreler, bu anketin sonuçlarını pek takmadıkları gibi, hatta bazıları kendi tezlerine dayanak olması açısından “elverişli” bile buldular.
Nitekim bir yazar bu anket sonucunun insanların yaşam biçimine müdahale edildiğinin bir kanıtı olduğunu söyleyerek şunları yazmış:
“Yüzde 93.9 hayır diyor ama yüzde 6.1 de evet diyor.. Yaşam tarzıma müdahale edildi..
Yüzde 6.1.. Büyük bir oran.. Korkutucu bir oran.. Tehlikeli bir oran.. Bu anketi Avrupa’nın hangi ülkesinde yaparsanız yapın, bu hükümetin iktidarında yaşam tarzıma müdahale ediliyor diyenlerin oranı on binde bir bile çıksa yer yerinden oynar.. Ortalığın ayağa kalkması için, insanların yaşam tarzıma müdahale ediliyor diye isyan etmesi için yüzde kaç lazım…”
Yazar “Sosyal yaşantı kısıtlanması, işyeri ve mahalle baskısı vb” müdahalelerin bu anketle itiraf edilmiş olduğunu da söylüyor.
Doğrudur; yaşam biçiminden dolayı bir kişi bile kendini baskı altında hissediyorsa bu önemlidir de, peki toplumun çok büyük bir çoğunluğu bu baskıyı hissettiğinde niye bu kesimler havaya bakarak ıslık çalmayı yeğliyorlar?
örneğin bu ülke kadınlarının yarısından fazlası başını örtüyor ve bu örtüsü sebebiyle de başta eğitim olmak üzere birçok şeyden mahrum bırakılıyor.
Sosyal yaşantı kısıtlaması denen şeyi acaba onlardan daha iyi kim bilebilir?
Bizzat modern olduğunu söyleyen yazarlar bile zaman zaman “Başörtülüler bazı alışveriş mekânlarına geldiklerinde bile onlara ‘Buraya da geldiler’ gibisinden ters, seçkinci ve dışlayıcı gözlerle bakıyoruz” itirafnameleri yazmıyorlar mı?
“İş olanaklarının azalması” şeklindeki yaşam biçimi müdahalesine gelince, bunu da başörtülülerden daha iyi kim anlayabilir?
Günümüzde başörtülü bir kadının, mevcut ekonomik düzen içinde iş bulma şansı kaçtır?
Vazgeçtik “modern” işyerlerini, muhafazakâr bilinen firmalarda bile başı açıkların tercih edildiği bir gerçek değil mi?
Mesela halen muhafazakâr bilinen televizyon kuruluşlarının tümünde de başı açık bayan spikerler görev yapıyor, oysa muhafazakâr olmayan kanalların hangisi böyle bir istihdamda bulunuyor?
Başörtüsü yüzünden hastaneye kabul edilmek istenmeyen ve engellemeler arasında durumu kötüleşerek ölenlerin örneğine bile rastlamadık mı bu ülkede?
Başörtülülerin sosyal ve ekonomik hayatta nasıl bir tecride maruz kaldıklarına dair daha yığınla örnek sayabilirim.
Peki başörtülüler sözkonusu olunca nerede bizim “yaşam biçimi” şövalyeleri?
Niye havaya bakıp ıslık çalıyorlar sadece?
çünkü, yaşam biçiminden anladıkları, sadece kendi yaşam biçimleri de ondan.
Aslolan, esas olan bir tek yaşam biçimi var böylelerine göre.
Kendilerinki dışında bir yaşam biçimi tanımıyorlar ki, ona müdahale edildiğini de kabul etsinler.
Dahası, birçoğu, kendileri gibi olmayanlara müdahale edilmesini bir gereklilik, hatta bir hak olarak vehmediyor.
çünkü “aydınlanan birinin karanlıktaki birine müdahale etme hakkı vardır” diye düşünüyorlar.
19. yüzyılda bile benzeri olmayan anakronik-pozitivist bir yaklaşımla “Mademki ben en doğru olanın bilgisine sahibim; o halde bu bilgim bana, bu bilgiye sahip olmayan cahil vatandaşlara müdahale etme konusunda bir imtiyaz ve hak doğurur” yaklaşımı içindeler.
Sık sık söylediğimi bir kere daha tekrar etmek istiyorum:
Bence bu kesimlerin ikide bir ve ısrarla “yaşam biçimimize müdahale var” paranoyasını dile getirmeleri, böyle bir olguyu kendilerinin fazlasıyla içselleştirmiş olmalarının psikolojik bir dışavurumundan ibarettir.
öyle ya; sürekli yaşam biçimi dayatmasından bahsedip de bu ülkede gerçekten yaşam biçimi dayatmasıyla mağdur edilmiş birçok insanımızın yaşadıklarını bu kadar görmezden gelmek, bu kadar yok saymak, bu kadar doğal görmek, “ancak o olguyu fiilen yapmak veya yapanları desteklemek ya da içselleştirmekle mümkün olsa gerektir” diye düşünüyorum.
Haksız mıyım?
---------
münaşaka
CHP “Seçmen kütükleri hakkında değişiklik yapan kanun”un iptali için de, Anayasa Mahkemesi’ne gidiyormuş…
Aslında CHP, Anayasa Mahkemesi’ne gittiği kadar halka da gitmeye, halkı anlamaya çalışsaydı…
Belki iktidar yüzü görürdü!
---------
sözünözü
Hoşgörü, başkalarını kendi istediğin kalıba girerse değil, olduğu gibi kalırsa kabul edebilme olgunluğudur.
(A. J. Robinson)


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi