Eski halden yeni hale
Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlarda, devlet içi unsurların yanı sıra dış dinamiklerin rol ve etkisinin, başından beri fısıltı gazetesinde çokça seslendirilen, ama elde somut veriler olmadığı için yüksek sesle telâffuzundan kaçınılan bir husus olageldiği mâlûm.
Bu konularda yaşanan süreç, operasyonların, hedefleri, çerçevesi, yol haritası ve parametreleri büyük ölçüde önceden belirlenerek kontrollü bir şekilde yürütüldüğü izlenimini uyandırıyor.
Gözaltına alınıp tutuklananlar, tutuklanıp bırakılanlar, aynı ithamlarla yargılandıkları halde içeride tutulmaya devam edenler, dosyaları yetkisizlik ve görevsizlik kararıyla ana dâvâdan ayrılıp başka adreslere havale edilenler, sağlık sebebiyle tahliye edildikten sonra gayet zinde bir şekilde ortalıkta dolaşanlar... Gelinen nokta bu.
Ama nihaî tablo şunu ortaya koyuyor:
Dünyadaki ve ülkedeki değişime ayak uyduramayanlara gözdağı verilirken, yakın zamana kadar burnundan kıl aldırmayan asker, kerhen de olsa yeni şartlara ayak uydurmaya zorlandı.
Bir anlamda, orduya “balans ayarı” yapıldı.
Klasik darbe devri tarihe karışırken, 28 Şubat’ta olduğu gibi sürece yayılan müdahalelere de yavaş yavaş kapılar kapandı. Ve bu durum özellikle 2004-5’ten bu yana netleşmeye başladı.
AKP iktidarının ilk döneminde ABD’nin Ankara’daki temsilcisi olan Edelman’ın raporları 28 Şubat çizgisine paralel bir yaklaşımı yansıtırken, sonraki elçilerin yazılarında gözlenen farklılıkta bu değişimin işaretlerini görebilmek mümkün.
Edelman seçilmiş iktidara karşı ordu, yargı ve bürokrasinin duyarlılıklarına vurgu yaparken, selefleri ordu veya yargı kaynaklı müdahale ve darbe niyetlerini deşifre eden bilgiler veriyorlar.
Edelman’dan sonra gelen Ross Wilson’ın, “(Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı) Ergin Saygun (27 Nisan’da) niye muhtıra verdiklerini anlattı, ‘İstesek tankları yürütürdük’ dedi” bilgisini veren ve AKP hakkındaki kapatma dâvâsını “adlî darbe” olarak niteleyen raporları, bunun örneği.
Yine Edelman’ın “küstah bir gurura sahip, güce aç, çok otoriter, başkalarına güvenmeyen, Allah tarafından özel olarak görevlendirildiğine inanan biri” olarak nitelediği Erdoğan için Wilson’ın “mükemmeliyetçi, işkolik, âdil, merhametli” gibi çok daha farklı ifadeler kullanması da.
Bu farklılaşma, ABD’nin artık asker yerine sivil hükümetle çalışma tercihinin bir ifadesi. Ancak bunu yaparken, sivil yönetimin iç yapısını mercek altına alıp, muhtemel ve potansiyel çatışma alanlarını kayda geçirmeyi ihmal etmiyor.
Wilson’ın raporunda Gül için “Erdoğan’ın içerideki baş rakibi” denilmesinde görüldüğü gibi.
Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz gizli hesabı olduğuna, aralarında bakanların da bulunduğu çalışma arkadaşları ve danışmanlarının da yolsuzluklara bulaştığına ilişkin iddialar ağırlıklı olarak Edelman’ın raporlarında yer alıyor gerçi.
Ama son Büyükelçi James Jeffrey imzalı bir raporda da “İran’la yapılan iş anlaşmaları Erdoğan’ın arkadaşlarına yaradı” gibi bir iddiaya yer verilmesi, bu konudaki tavrın sürdüğüne işaret.
Aynı Jeffrey’nin Kuzey Irak operasyonuyla ilgili bir değerlendirmesinde “Generaller AKP iktidarını terör karşısında zayıf göstermek istiyor” gibi bir ifadeye yer vermesi de çok dikkat çekici.
Bu karışık sinyaller, Washington’ın askere dayalı politikalardan vazgeçse de—çıkar ve hesaplarına uygun olduğu sürece—seçilmiş hükümetlerle çalışma, ama aksi yönde gelişmeler olduğunda kullanmak üzere bilhassa iç yapılarda olup bitenleri dikkatle izleyip her türlü yıpratma malzemesini biriktirerek el altında saklama ve yeni siyasî alternatiflere kapıyı açık tutma esasına dayalı bir stratejiye yöneldiğini düşündürüyor.
İsviçre hesaplarına dair iddianın, tamamen zıt kutuplarda görünen Taraf ve Sözcü gazetelerinde aynı manşetle çıkması ise, bu bağlamda çok sürpriz ittifakların kurulabileceğini gösteriyor.
Hele Türkiye yeni bir seçime doğru giderken.