Polis ve eylemci

Polis ve eylemci

Protesto eylemlerinde zaman zaman yaşanan gerginlik ve polis-eylemci çatışmaları, dünyanın her tarafında, hattâ demokrasinin geliştiği Batı ülkelerinde de görülebiliyor.

1 Mayıs’larda, IMF ve Dünya Bankası toplantılarında, zengin ülke liderlerinin buluştuğu zirvelerde adeta savaşı andıran görüntüler oluşabiliyor. Eylemcileri coplayıp saçlarından veya ayaklarından çekerek yerlerde sürükleyen veya rastgele biber gazı yahut tazyikli su püskürten polis, “orantısız güç” kullanmakla eleştiriliyor.

Çıkan sert arbedelerde polislerin fena halde hırpalanıp canlarını zor kurtardıkları da oluyor.

Hattâ can veren polisler dahi olabiliyor.

Böyle durumlarda asıl sorumluluğun hangi tarafta olduğunu belirlemek mümkün olmuyor.

Olay, tarafların birbirine girdiği “çok sıcak” bir çatışmaya dönüştüğünde bunun nereden kaynaklandığını tesbit edebilmek için, karşı karşıya gelen eylemcilerle polislerin davranışları tek tek incelenip ona göre tesbitler yapılmalı.

Bazan tek bir eylemcinin ya da polisin fevrî ve provokatif tavrı, çatışmayı alevlendirebiliyor.

Bu da, gerek eylemci, gerekse polis kılığında iş gören provokatörlere odaklanmayı gerektiriyor.

Geçmişte ve halen bu tür olaylara sıklıkla sahne olan Türkiye’nin, bundan dolayı hayli zengin bir tecrübe birikimine sahip olduğu söylenebilir.

Alınan bütün güvenlik tedbirlerine rağmen, çok sakin geçen eylemlerin, araya sızan provokatörler marifetiyle bir anda sert ve şiddetli çatışmalara dönüşebildiğinin örnekleri de yaşandı.

Bazı “heyecanlı” polislerin gereksiz şiddet kullanıp, rastgele adam tokatladığı da oldu; hızını alamayan eylemcilerin çiçekleri sopaladığı da.

Polisin sağduyulu ve basiretli tavrıyla, provokatörlerin çabalarını boşa çıkararak birçok eylemin olaysız bitmesini sağladığı örnekler de var.

Peki, bilhassa bu türden olumlu tecrübelere rağmen, aynı polisin Dolmabahçe eylemcileri karşısında sergilediği aşırı sert tavrın izahı ne?

Başbakan Dolmabahçe’de rektörlerle buluşurken dışarıdaki eylemcilere yönelik polis müdahalesi sırasında yaşananlar hâlâ tartışılıyor. İçişleri Bakanı olayla ilgili incelemenin sürdüğünü söylüyor. Bakalım, bundan ne sonuç çıkacak?

Ancak hadisenin kamuoyuna yansıyış biçimi, hükümet açısından sıkıntılı bir tablo arz ediyor.

Bir tarafta demokrasiden, açılımdan, hak ve özgürlükleri genişletmekten söz edilirken, diğer tarafta böyle bir “polis şiddeti” görüntüsünün oluşması, geçmişteki örneklerde olduğu gibi, “çelişki ve samimiyetsizlik” eleştirilerine yol açıyor.

Böylece hem demokratik açılım kapsamında gerçekleşen buluşmada rektörlere verilen demokrasi mesajları güme gidiyor, hem de bu mesajlarla çelişen bir “polis devleti” imajı oluşuyor.

Hayli zamandır Başbakanın programlarını ve güzergâhını takip edip yumurtalı gösteri eylemleri yapan grupların bu yöndeki hareketliliği ara vermeden, tam tersine artarak devam ederken, güvenlik güçlerinin bunlara karşı dikkatli, temkinli, tedbirli bir hazırlık içinde olmaları normal.

Ama bu son hadiselerde ne oldu da, o şiddetli çatışma ve tekmeleme görüntüleri ortaya çıktı?

Geçmişteki sayısız tecrübeyle de sabit olan bir gerçek var ki, bu tür toplumsal olaylar, hem polis, hem de iktidar için tehlikeli tuzaklar içerir.

Şimdiye kadar bu türden tuzaklara çok düşüldü ve neticelerinden herkes büyük zarar gördü.

Böyle olduğu halde yenilerine niye düşülüyor?

Evet, çağdaş demokrasilerde toplantı ve gösteri yürüyüşleri yapmak, protesto eylemleri düzenlemek, temel haklar arasında kabul ediliyor.

Ama bu hak kullanılırken, genel güvenliği, asayişi, toplum huzurunu sıkıntıya sokacak tavır ve davranışlara meydan verilmemesi gerekiyor.

Onun için, söz konusu eylemlerin organizatör ve katılımcılarına da, orada görevli güvenlik güçlerine de çok büyük sorumluluk düşüyor.

Sonuç olarak bu bir “denge” meselesi. Bu dengenin sağlanması ise bir “ahlâkî altyapı” sorunu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi