Gençlere ''hevesat'' tuzağı
28 Şubat’ta başlatılıp 27 Nisan’la sürdürülmek istenen süreçte başvurulan yöntemlerden biri, “çağdaş yaşamı savunma” adına tesettüre tavır alınırken, 19 Mayıs ve 30 Ağustos’larda yapılan programların da bu çerçevede “mesaj verme” aracı olarak kullanılmasıydı.
Meselâ 19 Mayıs törenlerinde Kuleli Askerî Lisesi öğrencilerini kız partnerleriyle dans ettirmek ve 30 Ağustos resepsiyonlarında komutanların eşleriyle birlikte vals yapması bunlardandı.
Bu valslerin, davete mâlûm sebeplerle eşsiz katılan Cumhurbaşkanı ve Başbakanın önünde gerçekleştirilmesine ayrı bir mânâ yükleniyordu.
Böylesi tavırlar, cumhuriyetten önce daha bir “Osmanlı paşası” iken gittiği Batı memleketlerindeki eğlence hayatından etkilenen ve eline fırsat geçerse bu hayat tarzını gerekirse “coup,” yani darbe yoluyla bizim ülkemize de taşımayı kafasına koyan M. Kemal’in, cumhuriyet kurulduktan hemen sonra başlattığı balolar, karma eğlenceler, dansa kaldırmalar ile örtüşse dahi...
Yaklaşık doksan yıldır devam eden yoğun telkinlere, yönlendirmelere, teşviklere, propagandalara rağmen, halkın tasvibine mazhar olamadı.
Nesiller defaatle yenilenmesine rağmen, milletin çok büyük çoğunluğu o tarz karma eğlenceleri, danslı-valsli ortamları benimsemedi, bunlara iltifat etmedi, etmemeye de devam ediyor.
Ağzının bozukluğuyla mâruf köşe yazarlarından birinin, iktidar partisi yöneticilerine “Mayo giymeden büyümüşler. Aileleriyle şezlongda güneşlenmemişler. Kızlı erkekli ortamlarda bulunmamışlar. Apo’nun bile kız militanlarla voleybol oynarken fotoğrafları var, bunların var mı?” gibi ifadelerle yönelttiği “eleştiri” bu bağlamda ilginç.
(İmralı-cemaat diyalogunun tartışıldığı şu günlerde Apo’dan verilen örnek, asıl ortaklığın kimler arasında olduğunu da göstermiyor mu?)
Seçimden sonra halkı “bidon kafalılar” diye aşağılayan kişinin de aynı yazar olduğuna dikkat...
Bu, konunun dikkat çekici boyutlarından biri.
Bir diğeri, Ergenekon ve bağlantılı operasyonlarla gündeme gelen iddialarda, fuhuşla ilgili olanların da dikkat çeken bir ağırlığa sahip olması.
Ve ilişkiler ağı içinde adı geçen bazı kişiler bu konuda da suçlamalara muhatap olurken, bazıları için “kadın konusundaki zaafları”na ilişkin kayıtlar düşülmesi. Bunlar iddianamelerde var.
Buradan, evvelce de kısmen gündeme gelen, ama Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğine dair iddiaların yer aldığı 12. Ergenekon iddianamesi vesilesiyle daha net ve ayrıntılı ifadelerle medyaya yansıyan bir başka “ilişki türü”ne geçersek...
Bir tuğamirale atfedilen sözlerde, Deniz Eğitim Öğretim Komutanlığına bağlı okullardaki öğrencilerle tanıştırılan kızların bu irtibatlarını aksatmamaları ve teğmenlerin evlerine sık sık gidip onları kontrol altında tutmaları isteniyor.
Başka bir belgede, öğrenci evlerinin arttırılmasından söz edilirken, kız ve erkeklerin rahatlıkla beraberce kalabilecekleri semt ve konutların tercih edilmesi gerektiğine vurgu yapılıyor.
Yine aynı belgelerde, asker okullarına yakın evlere en uygun kızların aktarılması, bu kızların “her türlü fedakârlık”ta bulunmaları hususunda yönlendirilmeleri ve hangi kızın hangi askerî öğrenci ile tanıştırılacağının belirlenmesi gibi konuların da ayrıntılı şekilde yer aldığı belirtiliyor.
Tabiî, bunlar şu aşamada sadece birer “iddia.”
Doğru olup olmadıklarını, yargı süreci sonuçlandığı zaman hep beraber görüp öğreneceğiz.
Ama şu halleriyle dahi bunlar bize, Üstadın 1940’lı yıllarda yazdığı Emirdağ mektuplarından birinde, “adliyeyi ve siyaseti ve idareyi dinsizliğe alet ederek” yaptıkları hücumlar akim kalan komitelerin, “daha münafıkane ve şeytanı da hayrette bırakacak bir plan” çevirdiklerinden ve bu plan çerçevesinde yürürlüğe konulan farklı taktiklerden söz ederken, bunlardan birine de “Bazı genç talebelere, hevesatlarını tahrik için, bazı genç kızları musallat ediyorlar” diyerek dikkat çektiğini hatırlatıyor (Emirdağ Lâhikası., s. 217).
Ve bu ikazın ne kadar isabetli olduğunu da.