Tunus dersleri

Tunus dersleri

Tunus’un Türkiye’de en çok bilinen ve konuşulan özelliklerinden biri, çok katı bir şekilde uyguladığı başörtüsü yasağıydı. Ve 1998 Mayıs’ında Demirel’le beraber bu ülkeye gittiğimiz zaman, sokaklardaki “geleneksel” örtülü kadınların dahi azlığını görünce, bu yasağın yaygınlığını bizzat yerinde müşahede etmiştik.
Ama birkaç sene önce, Devlet Başkanı Zeynelabidin bin Ali’nin büyük kızının da başını örtmesi üzerine, yasağın kısmen ve nisbeten de olsa hafifletildiğine dair bir haberin çıktığını hatırlıyoruz (13.10.2007 tarihli gazete ve siteler).
Bizde 28 Şubat süreci ilerledikçe başörtüsü yasağı evvelce tahayyül ve tasavvuru dahi mümkün olmayan alanlara yayılırken, “Türkiye Tunus olma yolunda” gibi yorumlar yapıyorduk.
Ve maalesef gelişmeler de o yönde oldu.
Dahası, 2002 3 Kasım’ında AKP’nin iktidar olmasıyla birlikte, yasağın kapsamı iyice genişledi. Hattâ bizzat Başbakanın ifadesiyle, o zamana kadar telâffuz bile edilmeyen “kamusal alan” kavramı icad edilip, yasak yeni alanlara taşındı.
Öyle ki, yasakçılıkta Tunus’u bile geçtik.
Ayyuka çıkan bu yasağı hafifletme adımlarında da Tunus’un gerisinde kaldık. Üniversitelerle ÖSS sınavında uygulanan yasağının kaldırılması ve başörtülü gazetecilerin on yıldır gasp edilen basın kartı haklarının iade edilmesi için 2010-11 yıllarını beklemek mecburiyetinde bırakıldık.
Oysa Tunus 2007’de o noktaya gelmişti...
Aslında başörtüsü yasağı, baskı ve dayatma ile icraat yapan diktacı zihniyetin ve ona bina edilen antidemokratik rejimlerin bir simgesi. Ve Arap dünyasında Tunus, Türkiye’deki Kemalist sistemi örnek alan ülkelerin en başında geliyor.
Ülke bağımsızlığa kavuştuktan sonra ele geçirdiği iktidarı, yaş ve sağlık sebepleriyle Zeynelabidin bin Ali’ye kaptırıncaya kadar bırakmayan Habib Burgiba, Kemalist devrimleri Tunus’a da taşıma çabasıyla mâruf bir diktatördü.
Aynı çizgi, Bin Ali tarafından da sürdürüldü.
Ve Tunus, gözde bir turizm ülkesi olmasına rağmen demokrasiye bir türlü geçememiş olmanın getirdiği derin ikilem ve çelişkiyi yaşadı.
Böylesi çelişkiler ilânihaye taşınamazdı. Nitekim Bin Ali ve ailesi hakkında Wikileaks belgeleriyle gündeme gelen yolsuzluk iddiaları, yıllardır dolmakta olan bardağı taşıran son damla oldu.
Bu iddialar, kitleleri canından bezdiren ekonomik sıkıntılar ve işsizlik gibi kronik sorunlarla birleşince, toplumdaki tepki birikimi patlama noktasına geldi ve Bin Ali’yi ülkesinden kaçmak mecburiyetinde bırakan olaylar zinciri başladı.
Temennîmiz, Tunus’un bu gelişmeler sonrasında girdiği kaos ve kargaşayı en kısa sürede atlatarak, sakin ve sağlıklı bir süreçte bir an önce toparlanıp istikrar ve huzura kavuşması ve demokratik bir yapılanma ile yola devam etmesi.
Şimdilerde Tunus’ta olup bitenlerin bir benzeri, seneler önce İran’da yaşanmış; Kemalizmi örnek alan uygulamalarıyla ülkede halktan kopuk ve Batı özentisi içindeki bir dikta rejimi kuran Şah, Humeynî’nin etrafında birleşen toplumsal muhalefetin yükselişi karşısında dayanamayarak ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı.
O günden beri İran, dinin Şia yorumuna dayanan farklı bir istibdat rejimiyle yönetilmekte.
Durumları benzeyen başka İslâm ülkeleri de var. Meselâ Cezayir, yine Kemalizmi örnek alan Bumedyen sonrası, “İslâmcı” bir partinin güçlendiği süreçte, yıllarca sonu gelmeyen kanlı bir iç savaş yaşadı. Bilâhare sağlanan nisbî sükûnet, bugünlerde yeniden bozulma sinyalleri veriyor.
Kemalist tesirin Nâsır kanalıyla kendisini hissettirdiği ve yıllardır tek adam rejiminden kurtulamayan Mısır’daki sıkıntılar da aynı şekilde.
Bir diğer ibretli örnek, yaptıklarıyla hem ülkesini, hem kendisini felâkete götüren Saddam.
Peki, Türkiye Kemalizmin beşiği olduğu halde neden bu kaos ve felâketlere maruz kalmadı?
Bu sualin tek bir cevabı var:
Bediüzzaman ve Risale-i Nur sayesinde...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi