Nurcular, İhvan, siyaset
Tarihçe-i Hayat’ın sonundaki “Risale-i Nur ve hariç memleketler” bölümünde yer alan dikkat çekici yazılardan biri, Bağdat’taki ed-Difa gazetesinde İsa Abdülkadir imzasıyla yayınlanan ve Nur talebeleriyle İhvan-ı Müslimîn arasındaki farkları açıklayan makale.
Yazının en başında evvelâ, aralarındaki ortak nokta vurgulanıyor: “Kur’ân ve iman hakikatleri ile, ittihad-ı İslâm dairesinde Müslümanların dünya ve ahiret saadetlerine hizmet etmek.”
Sonrasında altı madde halinde sıralanan farklardan biri, siyasete bakış olarak izah ediliyor:
“Nur talebeleri siyasetle iştigal etmez, siyasetten kaçıyorlar. Eğer siyasete mecbur olsalar, siyaseti dine âlet yapıyorlar; tâ ki siyaseti dinsizliğe âlet edenlere karşı dinin kudsiyetini göstersinler. Siyasî bir cemiyetleri asla mevcut değil.
“İhvan-ı Müslimîn ise, memleket ve vaziyet sebebiyle, siyasetle din lehinde iştigal ediyorlar ve siyasî cemiyet de teşkil ediyorlar.” (s. 1131)
Bununla bağlantılı bir diğer fark da şu:
“Nur talebeleri, meslekleri siyaset ve cemiyet olmadığından, hükümetlerden izin almaya kendilerini mecbur hissetmiyorlar. İhvan-ı Müslimîn ise, vaziyetleri itibarıyla siyasete temas etmeye, cemiyet teşkiline ve şubeler ve merkezler açmaya muhtaç bulunduklarından, hükümetten ruhsat almaya muhtaçtırlar.” (a.g.e., s. 1132-3)
En iyi müfessir olan zaman ilerledikçe ve ibret dersleriyle dolu tecrübeler biriktikçe, bu farkların önemi çok daha net bir şekilde anlaşılıyor.
Ve Risale-i Nur hizmetinin gerek siyasetten, gerekse resmî yapılanmalardan uzak, rejimlerin ve şartların çok elverişsiz olduğu yerlerde dahi günlük hayatın fıtrî akışı içinde gelişmeye müsait vasfının ne kadar hayatî bir önemde olduğu da...
Risale-i Nur’da ölçüleri verilen hizmet metodu sayesindedir ki, Türkiye en baskıcı ve tahripkâr icraatlarla ortaya çıkan ve çeyrek asırdan fazla iktidarını sürdüren bir dikta rejimini, kimsenin burnu bile kanamadan barışçı bir geçişle aşarak çok partili demokrasiye intikal edebildi.
O devirde Nurcular rejimin bir numaralı hedefi olarak ağır baskılara maruz kalsalar, karakol ve zindanlarda süründürülseler de, bütün bunları müsbet hareket prensibiyle aşmayı bildiler.
Tüm provokasyon planlarını boşa çıkararak.
Ve Üstadın hayatının son yıllarında başlayan “risalelerin dünyaya açılması” süreci, vefatından sonra her geçen gün daha da hızlanıp yaygınlaşarak devam etti; eserler yeryüzünün her köşesine ulaştı; çok farklı rejimlerle yönetilen ülkelerde dahi külliyatı okuyan cemaatler teşekkül etti.
Şu anda, bizdeki 30’lu yılların rejimine benzer bir tek şahıs diktasının hüküm sürdüğü Özbekistan’la, bazı mevziî sıkıntıların yaşandığı Rusya dışında, Nur hizmetleri dünyanın her tarafında problemsiz bir şekilde gelişmeye devam ediyor.
Doğduğu Mısır başta olmak üzere Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaygın olan İhvan-ı Müslimîn ise, siyasetle ilişkisini doğru bir temele oturtamamanın ağır bedellerini ödeyegeldi.
Devleti ve iktidarı önceleyen stratejilerle hareket etmesi, ister istemez işbaşındaki rejimlerle çatışıp, çoğunlukla da ezilmesini netice verdi.
Çatıştıkları rejimleri devirmek için işbirliği yaptıkları darbecilerin de hedefi olmaktan kurtulamadılar. Mısır’da Kral Faruk’a karşı destekledikleri Nâsır’ın, iktidarı ele geçirdikten sonra onları ezmeye yönelmesi örneğinde olduğu gibi.
Keza yıllar önce Yeni Asya’nın yayınladığı Hekimoğlu İsmail imzalı “Sosyalistler Suriye’yi nasıl ele geçirdi?” broşüründe anlatıldığı gibi Mısır’dakilere benzer şekilde oyuna getirilen Suriye İhvan’ının, Hama’da olduğu üzere, vahşice katliamların hedefi yapılmaları da bir başka acı örnek.
Mazisinde böyle hazin tecrübeleri barındıran İhvan’ın kendi içinde, çok zamandır siyasetten alâkasını kesip dine hizmet eksenli çalışmalara yönelme konusunda derin bir tartışma sürüyor.
Mısır’daki son gelişmelerde ön plana çıkmamaları, bu tercihin ağır bastığını mı gösteriyor?
Dileriz, öyledir. Çünkü çıkış yolu orada.