Erbakan’ın ardından
On dört yıl arayla aynı gün gündemin en baş sırasına oturmak, ince sırlarla dolu kader programındaki düşündürücü ve ibret yüklü tecellîlerden biri daha olsa gerek.
28 Şubat 1997’de Başbakan sıfatıyla katıldığı MGK toplantısından çıkan kararlarla başlayan mâlûm sürecin 14. yılının son gününde bu dünyadaki 85 senelik ömrünü tamamlayıp berzah âlemine intikal etti Millî Görüş lideri Erbakan.
O kararlardan, uygulamaya geçirilebilenlerin yol açtığı derin sıkıntılar, yetiştirdiği talebelerinin sekiz yılı aşkın iktidarında da hâlâ sürüyor.
Başörtüsü yasağından sekiz yıllık kesintisiz temel eğitime geçiş adı altında din eğitimine vurulan ağır darbelere, Kur’ân eğitimine getirilen yaş sınırlamasından katsayı haksızlığına kadar...
O sürecin başlatılmasında Erbakan’ın rolü de çelişkili yorumlara konu olmaya devam ediyor.
Kimine göre, kararları imzalamayıp istifa etse ve ortağı Çiller’le birlikte ülkeyi derhal erken seçime götürse idi, oyun ve tuzakları bozabilirdi.
Ama en başta kendisinin yorumu farklı oldu.
Kararların altına koyduğu imzayı, “İlgili bakanlıklara havale edilmelerinin önünü açmak için attım, ancak uygulattırmadım” diye açıkladı.
O zaman ve ortamda bile toz kondurmamaya devam ettiği askerler için, “Bana değil, Çiller’e karşılar” dedi. Ve “Millî Görüşe en çok sahip çıkan kurum ordudur” söylemini hiç terk etmedi.
27 Mayıs sonrasında da akademisyen kimliğiyle konferans verdiği komutanlar için “Anlattıklarımdan çok etkilenip ağlayanlar oldu” demişti.
Bu tavır, Erbakan için yapılan değerlendirmelerde ağız birliği etmişçesine en çok seslendirilen hususlardan biri olan “gerçeklerle ütopyaları birbiriyle harmanlayabilme” özelliğinin tipik örneklerinden biri olarak değerlendirilebilir miydi?
Peki, onun için Genelkurmay’ın verdiği “Hizmetleri unutulmayacak” mesajı nasıl okunmalı?
“Siyasal İslâm” olarak adlandırılan anlayışın simge ismiydi Erbakan. Kurduğu ve son âna kadar lideri olduğu siyasî hareketi Hz. Âdem’le başlatıp, Fatih, Yavuz, Kanunî gibi hükümdarları Millî Görüşçü ilân eden ve M. Kemal’i de bu listeye dahil eden tartışmalı söylemlerin sahibiydi.
Seçimleri “Müslüman sayımı” olarak niteleyip, partisine oy vermeyenleri “patates dininden” olmakla suçlaması ve partisinde yine ayrılma ile sonuçlanan muhalefet hareketinde yer alanları “Ahiretiniz yanar” diye uyarması, dinle siyaseti iç içe gören anlayışının diğer bazı tezahürleriydi.
Ve bu çeşit tavırlar, siyaseten karşısında görünen “kavi bir ekseriyet”teki din aleyhtarlığını maalesef daha da güçlendiren sonuçlar doğurdu.
Erbakan’ın siyaset açısından önemli bir özelliği, oyunu demokrasi kuralları içinde oynama ve pragmatik davranma noktasındaki becerisiydi.
Oy potansiyeli mâlûm sebeplerle sınırlı olan partisini farklı ortaklarla teşkil edilen koalisyonlara dahil edip ülke yönetiminde söz sahibi oldu.
70’li yıllarda Ecevit ve Demirel hükümetlerinde başbakan yardımcılığı, 1996’da Çiller’le kurduğu Refahyol koalisyonunda başbakanlık yaptı.
Ama onu siyasî kariyerinin zirvesine taşıyan bu hükümet, partisinden ayrılan talebelerinin kurduğu AKP’nin önünü açan 28 Şubat’ı tetikledi.
Değişen şartlara uygun yeni formüller üretebilme yeteneğinin son örneğini, hasta yatağındayken devam ettirdiği çalışmalarla da gösterdi.
Baraj problemini aşmak için, benzer durumdaki diğer bazı partilerle ittifak arayışlarına girdi.
Ve Çiller’in aktarımlarına göre, DP’yi de bu çalışmalar kapsamında mütalâa etti, hattâ söz konusu ittifakın DP çatısı altında olup olamayacağı tartışmasına ışık tutan mesajlar gönderdi.
Bakalım, vefatı sonrasında partisi ve adı geçen diğer partiler nasıl bir tavır ortaya koyacaklar?
Netice olarak, farklı hükümetlerde koalisyon ortaklığı yaptığı Türkeş ve Ecevit’ten sonra, hatasıyla sevabıyla son kırk seneye damgasını vuran nev-i şahsına münhasır önemli liderlerden biri daha sahneden çekildi. Allah rahmet eylesin. Ailesinin ve Millî Görüş camiasının başı sağ olsun...