Nurcular ve Erbakan
Geçen hafta son defa görüşüp birlikte görüntü verdiği parti kurmaylarına “Dua istiyorum, hakkınızı helâl edin” dedikten beş gün sonra Hakkın rahmetine kavuşan ve dün dualarla kabirdeki menziline tevdî edilen Erbakan’ın mütedeyyin bir kişiliğe sahip olduğunda hiç kimsenin bir tereddüdü olmasa gerek.
Tartışılan, siyasî görüş ve uygulamaları.
Ve partiyi adeta “din gibi” görüp, bütün dindarları parti çatısı altında toplamaya çalışması.
Kendisi bir Nakşibendi şeyhine bağlıydı ve siyasî çalışmalarını da şeyhine sorup onun tasvibini alarak yürütüyordu. Nitekim 1970’te Millî Nizam Partisini kurma çalışmalarını, her aşamada şeyhiyle istişare ederek yürüttüğü söyleniyor.
O süreçte bazı Nurcularla temasa geçip, kurucular listesine onlardan birkaç ismi de dahil etti.
Bu isimlerin, Nur hizmetlerinin görüşüldüğü meşveretlerin onayını almadan, hattâ aksi yöndeki kararlara rağmen gizlice ve habersiz bir şekilde parti işine soyunmalarını eleştiren Zübeyir Gündüzalp, onlara Erbakan’ın şeyhine sormadan hiçbir adım atmamasını örnek göstermiş:
“O bir şeyh efendiye bu kadar sadakat gösteriyorsa, bizim ondan çok daha fazla bu asrın en büyük Müceddidine sadakat göstermemiz gerekmez mi? Bu konuda çok büyük ders aldım.”
Sonuçta, meşveret kararlarına uymayıp Erbakan’la birlikte parti kurucuları arasında yer alan Nurcular, sonraki süreçte onunla ters düştüler.
Bilhassa CHP-MSP koalisyonu iş başında iken 1974’te gündeme getirilen “anarşistlerin affı”nı Erbakan’ın da açıktan desteklemesi, aradaki çatlağın iyice su yüzüne çıkıp büyümesine yol açtı.
“Cezaevlerindeki 163 mağduru dindarlar da serbest kalacak” gerekçeli bu girişime, ekseriyetini Nurcuların oluşturduğu hapisteki dindar hükümlü ve tutuklular da şiddetle karşı çıktılar.
Yeni Asya’nın bu yönde başlattığı “Anarşistlerin affına hayır” kampanyası, Nurcu kökenliler başta olmak üzere bazı MSP’li vekilleri de etkiledi ve bunlar Meclisteki oylamada kanuna karşı “hayır” oyu kullandılar. Tasarı Meclisten geçmedi.
Ama sonra konu Anayasa Mahkemesine götürüldü ve oranın kararıyla anarşistler bırakıldı.
Oylamadaki tavırları başka sebeplerle de birleşince, partideki Nurcu kökenli milletvekilleriyle Erbakan arasındaki ihtilâf büyüdü ve bu vekiller, bunun bedelini, 1977 seçiminde aday listelerinden dışlanarak ödemek durumunda kaldılar.
Yeni Asya ise, Erbakan’ın “din adına siyaset” anlayışını eleştirmeye devam etti. Bundan dolayı çok ağır ve düzeysiz ithamlara hedef oldu. Hızını alamayıp işi “tekfir”e kadar vardıranlar dahi çıktı.
Gerçi o hengâmede Yeni Asya’nın söylem ve üslûbunda da bazı ifade-dozaj sorunları yaşandı.
Ancak temeldeki haklılığı, çok sonra, Erbakan’ın en yakınında bulunup, bugün AKP kurucu ve yöneticileri olarak devam edenlerin ibretli itiraf ve ikrarlarıyla tasdik edildi. Onlardan biri, “Bediüzzaman’ın haklılığını 28 Şubat duvarına toslayınca anladık” diyen Cumhurbaşkanı Gül.
Bu arada, 70’li yılların aradaki kardeşlik hukukunu zedeleyecek boyutlara ulaşan gergin polemiklerinin iz ve tortularını temizleyip yeni ve beyaz sayfalar açma yönünde adımlar da atıldı.
Meselâ Erbakan, 1990’lı yılların başlarında, o zaman hizmetini Cağaloğlu’nda sürdüren Yeni Asya’yı ziyaret etti. 1996’da Başbakan olarak konutta verdiği ve 28 Şubat’ın gerekçeleri arasında gösterilen iftara Mehmet Kutlular da katıldı.
Bunlar bir anlamda, önceki dönemlerin sertliklerinden arınıp, karşılıklı bir helâlleşme iradesinin yansımaları olarak da değerlendirilebilir.
Ve böyle yaklaşımlara her zaman ihtiyaç var.
Çünkü siyaset kaynaklı gerilim ve gerginlikler, gelip geçici rüzgârlara bağlı olarak zaman zaman tırmanabiliyor ve hem bu dünyada, hem de kabirden sonraki âlemde asıl olan kalıcı kardeşlik bağlarına son derece ciddî zararlar verebiliyor.
Ve Üstada “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” dedirten dehşetli haller yaşanabiliyor.
Oysa fânî dünya böyle kavgalara değmiyor...