Darbeler ve AKP
Ergenekon operasyonlarına karşı çıkanların başını, tabiatıyla, bu süreçte hedef alınanlar çekiyor. Yakın zamanlara kadar “Bu ülke benden sorulur” diye hava atıp caka satarken gözaltına alınıp tutuklanmak ve hapse konulmak, özellikle bu durumdakiler için kolay kolay kabul ve hazmedilebilecek birşey değil.
Burada, başından beri demokrasiyle ve halkla problemli olan, onun için “çare”yi hep darbe yaparak iktidarı elinde tutmakta ve halkın seçtiklerini tasfiye etmekte bulan, tehdit olarak gördüğü halkı sindirip ezmeye çalışan ceberut bir zihniyet söz konusu.
Şimdiye kadar defalarca darbelerle kesintiye uğrayan demokrasi tarihimiz, her darbenin rövanşının bir sonraki seçimde alındığının örnekleriyle dolu.
Ama bu “rövanş” kavgacı değil, hep barışçı bir nitelik taşımış.
Darbecilerin devirdiklerine reva gördüğü zulümler, onları sandıkta tasfiye eden milletin, seçimle yerlerine getirdiği kadrolarca asla tekrarlanmamış.
Türkiye’nin darbe rejimlerini kansız kavgasız geçişlerle atlatabilmesinde, bu insanî yaklaşımın da çok büyük bir payı var. Bu sayede iktidar mücadelesini demokratik zeminde, toplumda yeni yaralar açabilecek “kan dâvâları”na meydan vermeden barış içinde sürdürebilmenin ortamı hazırlanmış.
Öncelik Meclisi ve seçim yolunu açık tutmaya verilip, darbelerin yol açtığı tahribatın tamiri işi, seçimle işbaşına gelecek kadrolara bırakılmış.
Ama bu tavrın önemi birçok kişi tarafından hâlâ tam olarak anlaşılabilmiş değil. İflâh olmaz darbeci zihniyetin bunu bir zaaf olarak algılayıp yeni müdahaleler için fırsat kollar vaziyette hep pusuda beklemesi de, bu tavra yönelik eleştirileri kuvvetlendirmiş.
Her bir darbenin sivil demokrat kadrolarda yol açtığı güç ve enerji kaybı ise, haliyle, demokrasinin restorasyonu çalışmalarını da zaafa uğratmış.
Şimdi gündemdeki Ergenekon operasyonları ile bu durumun artık değişmeye başladığı söyleniyor.
Ve demokrasi tarihimizde ilk kez seçilmişlerin darbecilerden hesap sorar hale geldiği ifade ediliyor. Gelişmeler de ilk bakışta bunu doğruluyor.
Ama işin arkaplanına daha dikkatle bakıldığında irdelenmesi gereken bazı hususlar karşımıza çıkıyor:
Şimdilerde yargı önünde hesabı sorulan darbe girişimleri 2003-4’te hazırlandığı söylenen planlarla ilgili.
Yani AKP iktidarının “darbelerle hesaplaşma”sı, münhasıran kendisine yönelik olan ve teşebbüs aşamasında kalan hazırlıklarla sınırlı. Fiilen yapılmış ve sonuç da almış darbe ve müdahalelere yönelik bir hesaplaşma işareti hâlâ yok.
Hattâ başlıca mağdurları arasında bu iktidarın önde gelenlerinin de yer aldığı 28 Şubat için bile, Ergenekon benzeri bir süreç başlatılamamış.
Dahası, haksız 28 Şubat uygulamalarının büyük bir bölümü sekiz yılı aşkındır devam ediyor.
İşin bir de 12 Eylül boyutu var. Bu darbenin hazırlatıp yürürlüğe koyduğu antidemokratik anayasa, AKP iktidarında çöpe atılıp yerine çağdaş ve demokratik bir anayasa ikame edilemedi.
“12 Eylül’cülere yargı yolu açılacak” denilen düzenlemenin referandumda kabulünün üzerinden yedi ay geçmesine rağmen, bu yönde yapılan suç duyuruları da bir sonuç vermiş değil.
İlâveten, yine 12 Eylülcülerin hazırladığı siyasî partiler ve seçim kanunu gibi temel yasalardaki antidemokratik düzenlemeler hâlâ yürürlükte.
Ve AKP bunları düzeltmek bir yana, seçim barajında olduğu gibi, sahiplenerek savunuyor.
Hal böyle olunca, ister istemez “sadece kendine demokrat” eleştirisi gündeme geliyor. Darbe ürünü sistemin kendisine yarayan taraflarını devam ettirip onlardan faydalanmayı sürdürürken, darbe girişimlerinden de, kendisini hedef alanlarıyla—zayıf bir zeminde ve tartışmalı yöntemlerle—“hesaplaşıyor,” ama yapılmış darbelerden hesap sormaya ve onların kurduğu düzeni temelden düzeltmeye yönelik bir adım at(a)mıyor.
Fiilî darbelerle kıyası gayri kabil 27 Nisan bildirisine “kafa tutmak”la övünüyor, ama “27 Nisan muhtırası 28 Şubat’ta verilseydi yine aynı tavır gösterilir miydi?” sualini Arınç’ın ağzından “Hayır, siyaset o zaman bu kadar güçlü değildi” diye cevaplamakta da herhangi bir beis ve çelişki görmüyor...