Kalıcı çözüm şart
Bazı BDP’liler hakkındaki YSK vetosunun tetiklediği tepkiler, AKP’nin Güneydoğu adaylarına dair tartışmaların önüne geçti.
Bu tepkilerde ifadesini bulan öfke birikimi, bazılarınca zayıf bulunan aday listesine yönelik eleştirilere ilâve edilerek, AKP’nin seçimde bölgeden alacağı sonuçları etkiler mi, bilemiyoruz.
BDP, “bağımsız” adaylarının tümünü çekerek seçimi boykot eder mi, o da şu aşamada meçhul.
Ederse ne olur? Böyle bir ortamda yapılacak seçimin meşruiyeti hakkında içeride ve dışarıda başlayacak tartışmalar ne gibi sonuçlar getirir?
Doğrusu, yine sıkıntılı bir durum oluşuyor.
YSK vetoyu anayasa ve kanunlara dayandırıyor. Meclis Başkanı, kararın parlamentoyu zayıflattığını söylüyor. “Bağımsız” Adalet ve İçişleri Bakanları ise “YSK yetkisini kullandı. Bizim yapabileceğimiz birşey yok” diyorlar. Ve seçim arefesinde patlak veren “beklenmedik” kriz, mâlûm hassasiyetlerin zaten ayakta olduğu bölgede tetiklediği yeni gerilimlerle birlikte tırmanarak sürüyor.
Seçime gidilirken “Aman, nisbeten de olsa yatışmış gibi görünen terör yine hortlamasın, mayınlar patlamasın” denildiği bir aşamada, Muhafazakâr Demokratlar Platformu Başkanı Mehmet Akif Işık’ın ifadesiyle, mayın tarlasından farksız olan kanunlardaki mayınlardan biri patlatılıyor.
Ve siyaset bir anda toz duman oluyor.
YSK kararı sonrasında BDP’lilerin seslendirdiği ve CHP’nin de destek verdiği talep yerine getirilerek Meclis olağanüstü toplanır mı, toplanırsa ne yapabilir? Doğrusu, hayli çetrefilli bir mesele.
Kılıçdaroğlu “Olağanüstü toplanıp, seçim barajı dahil, her konuyu ele alalım” diyor. Ama bu konuların kısa sürede bir sonuca bağlanabilmesi mümkün mü? Senelerdir sürüncemede bırakılan düzenlemeler böyle bir çırpıda yapılabilir mi?
Gerçi AB kriterlerinde ifadesini bulan demokrasi prensipleri ve sağduyu anlayışı çerçevesinde, 12 Eylül ürünü kurallara göre tanzim edilen seçim sisteminde yapılması icab eden düzenlemeler biliniyor ve öteden beri seslendirilegeliyor.
Partiler yapıcı bir anlayışla oturup konuyu bu eksende müzakere etseler, kolayca uzlaşıp demokrasinin önündeki engelleri kaldırabilirler.
Ancak problem, şimdiki konumlarını darbe ürünü o sisteme borçlu olan partilerin böyle bir uzlaşmaya yanaşmamaları. En son örneği, Erdoğan’ın Strasbourg’da tevcih edilen baraj sorusuna verdiği “Demokrasiyle bir ilgisi yok, zaten size soracak da değiliz” cevabıyla işi kestirip atması.
Bir taraftan böyle bir tavır sergilerken, diğer taraftan seçim beyannamesinde “Yeni anayasa yapacağız, partiler ve seçim kanunlarını değiştireceğiz” sözü vermenin bir inandırıcılığı olur mu?
Dahası, sıradan bir kanunî düzenlemeyi dahi sonuca ulaştırabilmek için Mecliste günlerce devam eden komisyon ve genel kurul çalışma ve müzakereleri yapılması gerekirken, seçim için dağılmış bir parlamentonun, seçime bir buçuk ay kala toplanıp, YSK kararından sonra ortaya çıkan sıkıntıyı giderecek bir düzenleme yapmasının, pratikte olabilirlik imkân ve ihtimali var mı?
Üstelik olağanüstü toplanması istenen vekillerin en az üçte ikisi aday listelerinde yer almıyor.
Seçime bir sene kala yapılan değişikliklerin ancak bir sonraki seçimde uygulanabilmesini öngören kural da cabası. Onun da değişmesi lâzım.
Velhasıl, yılların savsaklaması sonucu yaşanan yeni bir “Yumurta kapıya dayandı” durumu daha söz konusu. Ve bu alabildiğine sıkışık takvimde, patlak veren son krizi çözecek bir yasal düzenleme yapılabilmesi pek mümkün görünmüyor.
Böylesi durumlarda “pratik” çözümler bulma konusunda gayet mahir olan “devlet aklı,” adaylığı veto edilen kişilerin en azından bir kısmının önünü açacak formüller geliştirerek, “YSK itirazları haklı buldu ve adaylık iptallerini iptal etti” şeklinde açıklanacak bir kararla krizi yatıştırabilir.
Nitekim YSK’dan sâdır olan “Gerekli belgeler bize ulaştırılırsa iptal kararı kalkar ve seçime girebilirler” açıklaması, bunun ön habercisi gibi.
Ama bu da geçici. Ve asıl olan, kalıcı çözüm.