Darbeci zihniyetle hesaplaşmak
Geçen yılki 12 Eylül referandumunun en önemli konularından biri, iktidar tarafından seslendirilen “12 Eylül darbesinden hesap sorulmasının yolu açılacak” taahhüdü ve bu eksende yoğunlaşan tartışmalardı.
Referandum yapıldı, paket yüzde 58 oyla kabul edildi, ardından 12 Eylül darbecilerinin yargılanması için savcılıklara birçok suç duyurusu yapıldı ve bunlar, ard arda verilen görevsizlik kararlarıyla Ankara’daki savcılara havale edildi.
Gelinen noktada, Ankara merkezli olarak devam eden soruşturmanın, darbe öncesi süreçteki 1 Mayıs ve Maraş katliamı gibi hadiseleri de kapsayacak şekilde genişletileceği ve öncelikle de 12 Eylül darbesinin bir numaralı ismi olan Kenan Evren’in ifadesinin alınacağı belirtiliyor.
Ama o aşamada bir görevsizlik kararı daha verilerek, dosyanın özel yetkili savcılığa devredildiği haberi çıktı. Bakalım, işin sonu nereye varacak?
Evren’in ifadesi alınacak mı ve öyle bir durumda “İntihar ederim” diyen Evren ne yapacak?
Ve bakalım, Arjantin, Şili, İspanya gibi darbelerle askerî diktatörlüklerden çok çekmiş olan ülkelerde, 90 yaşını geçmiş olmalarına bakılmadan adaletin önüne çıkarılıp, darbe dönemlerinde yaptıkları zulümlerden dolayı mahkûm edilen eski generallere dair haberleri sık sık okuduğumuz bir süreçte, Türkiye de hukuk ve demokrasi adına aynı dirayeti gösterebilecek mi?
Böyle bir hesaplaşma, sadece otuz yıl önceki bir darbenin hayattaki önde gelen sorumlularını sanık sandalyesine oturtmak açısından değil, aynı zamanda ve çok daha önemlisi, TSK komuta kademesinde varlığını hâlâ koruduğu, son Balyoz duruşmalarındaki diyaloglarda bir kez daha görülen darbe zihniyetini tamamen etkisiz kılabilmek için de kaçınılmaz bir zorunluluk.
Sanıklardan, MGK’nın asker kökenli son genel sekreteri, e. Org. Şükrü Sarıışık, savcının “Sanık dâvâ konusu plan seminerinde ve savunmasında ‘12 Eylül’de etraf sütliman oldu’ diyor. Niçin tehditleri hukuk sınırları içinde engellemiyorsunuz da 12 Eylül tarzında istiyorsunuz?” sualine verdiği cevapta, bölücü ve irticaî faaliyetlere karşı önlem alınması gerektiği yönündeki klasik söylemleri tekrarlarken, darbeyi haklı gören ve öyle göstermeye çalışan sözleriyle, bilinçaltına işlemiş darbeci zihniyetin yeni bir örneğini daha ortaya koymuş:
“Herkes görevini yapsa ne gerek var ihtilâle?”
Generale göre, 11 Eylül’e kadar her gün oluk oluk akan kanın 12 Eylül günü bıçak gibi kesilmesinin sebebi, darbe öncesinde kimse üzerine düşen görevi yapmazken, 12 Eylül’ün herkesi hizaya getirerek bu duruma son vermiş olması.
Ama bu izah, “Asker anarşi ve terörü bitirsin” diye Türkiye’nin büyük bir kısmında sıkıyönetim ilân edildiği, ama garip bir şekilde, sıkıyönetimle idare edilen yerlerde terör olaylarının daha da azdığı yönündeki tesbitlere bir açıklama getiremiyor. Ve Sarıışık’ın, darbe öncesinde “görevini yapmamak”la suçladığı kadroların en başına sıkıyönetim komutanlarını yerleştiriyor.
Yani, sivil hükümetin iktidarında, Meclisin kararıyla görevlendirilen komutanlar, o zaman yapmadıkları görevlerini, darbeyle ülke yönetimi TSK’ya geçtikten sonra yapar hale geliyorlar!
Komutanlar başta olmak üzere herkes görevini neden demokrasi içinde, sivil iradeye bağlı olarak yapmasın da, illâ darbe beklensin?
İşte bu çelişkinin hesabının verilmesi lâzım.
İlâveten, Hilmi Özkök başta olmak üzere eski Genelkurmay Başkanlarının özel konuşmalarında “Darbelerle sorunların çözülmediği, şimdiye kadarki tecrübelerle sabit” gibi ifadelerle dile getirdikleri belirtilen itiraf niteliğindeki tesbitin, Genelkurmay adına resmen yapılacak kurumsal açıklamalarla kayda geçirilmesi lâzım.
Aksi takdirde, bir taraftan “Artık darbe devri geçti, iç ve dış şartlar darbe yapmaya imkân vermiyor” denilirken, diğer taraftan her fırsatta topluma ve siyasete müdahale geleneğini sürdürme çelişkisine son vermek mümkün olmaz