Yeni durum,eski refleksler
Üç hafta önce Türkiye’nin bir numaralı gündem maddesi, bazı BDP’li “bağımsız” adayların YSK vetosuna takılmalarıydı.
Bu karara karşı öyle bir kamuoyu tepkisi oluştu ki, aynı kurul birkaç gün sonra vetoları kaldırmak zorunda kaldı. Derhal bir çıkış formülü üretilip iş kitabına uydurularak krize son verildi.
Ama o noktaya varılıncaya kadar geçen birkaç gün zarfında BDP ile irtibatlı tepki eylemlerinde ciddî gerilimlerin yaşanması, hattâ Bismil’de bir gencin can vermesi, ağır bir fatura olarak kaldı.
Ve bu durum, “Madem yine eski duruma dönülecekti, biz bu haltı niye işledik?” gibisinden sorgulayıcı ve müstehzî yorumlara konu oldu.
BDP camiası, sokak eylemleri için “Biz o tepkiyi vermeseydik bu sonucu alamazdık” diye düşünüyor olabilir, ancak bize göre YSK’yı geri adım atmaya zorlayan asıl etken, BDP dışındaki iç ve dış kamuoyunun sergilediği ortak tepkiydi.
Eğer içeride—BDP’nin fikriyat ve eylemlerini tasvip etmedikleri halde—YSK kararıyla ortaya çıkan durumu bir “hukuk ve demokrasi ihlâli” olarak görüp eleştiren kesimlerle, dışarıda AB başta olmak üzere aynı yönde tavır koyan adreslerin ortak tepkisi olmasaydı, BDP eksenli sokak eylemleri yeni bastırma ve sindirme operasyonlarını tetiklemekten başka bir netice doğurmazdı.
Nitekim bir taraftan KCK, diğer taraftan baharla beraber yeniden hızlanan “terörle mücadele” operasyonları tamgaz devam etmiyor mu?
BDP’li “bağımsız”lara YSK eliyle çıkarılan son dakika engelinin yol açtığı kamuoyu tepkisi, demokrasi duyarlılığı açısından toplumun geldiği aşamanın ümit verici bir işareti olarak görülmeli.
1994’te—aralarında son vetozedelerden bazılarının da bulunduğu—DEP’li vekiller Meclis çıkışında karga tulumba polis araçlarına bindirilip içeri tıkılır, yargılanıp mahkûm edilirken ülkede çok daha farklı bir iklim ve atmosfer hakimdi.
DEP’lilere reva görülen muameleye, adeta linç mantığı ile alkış tutuluyor ve destek veriliyordu.
(Yeni Asya ise o olayda da farkını ortaya koymuş; bu olup bitenlere tepkisini “DGM darbesi” ve “Meclise gölge düştü” gibi manşetleri ve aynı çizgideki yorumlarıyla dile getirmiş; böylece kim tarafından ve kime yapılırsa yapılsın, haksızlığa karşı çıkma tavrını bir defa daha göstermişti...)
O günleri hatırlayınca, şu anda gelinen merhalenin önemi ve değeri çok daha iyi anlaşılıyor.
Evet, herkes için hukuk ve demokrasi. Çıkış yolu burada. Yanlışları düzelterek yerlerine doğruları ikame etmenin yolu da buradan geçiyor.
Tıpkı PKK gibi, onunla yakından irtibatlı BDP de, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu yanlışlardan biri. Ama bu yanlışları da, bilhassa devlet adına irtikâp edilen vahim yanlışlar doğurdu. Eğer insan hak ve hürriyetlerini hiçe sayıp dinî ve manevî değerleri dışlayan ırkçı baskı politikaları olmasaydı, PKK-BDP gibi yapılar ortaya çıkar mıydı?
Keza bu yanlışları imha etme iddiasıyla, onları üreten eski yanlışları ısrarla sürdürme inadı olmasaydı, odağında bu yapıların yer aldığı kronik kriz, gerilim ve sorunlar yaşanır ve üstelik daha da tırmanarak bugünkü boyutlara ulaşır mıydı?
Neyse ki, hayli gecikmeli de olsa, sorunları eskiden olduğu gibi baskıcı yöntemlerle değil, demokrasi içerisinde çözme yaklaşımının giderek ağırlık kazandığı bir aşamaya doğru ilerliyoruz.
Ama eski refleksler de nüksetmiyor değil.
Nitekim evvelâ Başbakanın koruma konvoyuna yapılan terör saldırısı, ardından Yüksekova’da bir Mustazaf-Der üyesinin öldürülmesi ile tırmanan gerginlik ortamında BDP’den sâdır olan “Kötü şeyler olacak” kehanetleri ve Mısır-Suriye benzetmeli “Devletle olmuyorsa halkımız kendi demokrasisini kuracaktır” açıklamaları ile, bunlara karşı iktidar canibinden yükselen tehditkâr söylemler, bu eski reflekslerin yeni tezahürleri.
İşin garibi, bizzat iktidar cenahı, seçime doğru gerginliği tırmandıracak provokasyonların daha da artacağı beklentisini açıkça dile getirmekte.
Terör ve provokasyon gölgesinde bir seçim!
Peki, yeni anayasa ve açılım projeleri nerede?