Kusurda ortaklığımız
Velilerin, mezuniyet bahanesiyle yapılan etkinliklerden çok da şikayetçi olduklarını sanmıyordum. Fakat dinlediklerime bakılırsa, meselenin bir dokununca bin ah işittiren hâle geldiği anlaşılıyor.
Mezuniyet törenleri, anaokullarından başlayarak üniversite bitimine kadar artık eğitimin ara basamaklarında da yapılması zorunlu adet haline getirildi. Giderek de kontrolden çıkıyor. Kutlamalar çeşitlilik kazanmış. Özellikle teknelerde yapılan eğlencelerde içki de bulundurulduğu için ipin ucu daha da kaçıyormuş.
Bu dönemlerde velilerin sırtına yüklenen maliyet, neredeyse sene başı masraflarına denk vaziyette. Okulların çoğu işin ticaretini de ihmâl etmemiş. Falan kulüpte veya yıldızlı otellerde yapılan balo biletleri, kep, yıllık veya fotoğraf paraları, gezi fiyatları normalin çok üzerinde tutuluyor. Hatta parası ödenen kepi tekrar geri alan okullar da var. Dinlediğim veliler okulların adlarını da verdiler, ama mesele okulları teşhir etmek değil.
Durumdan hepimiz sorumluyuz. Ölçüsüz davranışlara katkılarımızla hepimiz kusura ortak oluyoruz. Ayrıca şikayetlerimiz dönem geçince gelecek seneye kadar uykuya yatıyor. Yani meseleyi, toplumsal yönünü düşünmeden kişisel problemlerimiz arasına sıkıştırıyoruz.
Peki bu etkinliklere katılmak zorunlu mu? Hukuken bir mecburiyet yok elbette. Fakat psikolojik baskısı hukuktan daha zorlayıcı. Malî durumları sıkıntıda olan bir anne, “baloya gitmeniz şart mıydı?” sorumu, “Ama çocuğum kendini dışlanmış hissedecekdi. İçinde ukde kalmasını istemedim” diye cevapladı. Özellikle anneler, evlatlarının ileride en güzel zamanlarından mahrum bırakıldıklarını düşünmelerini istemiyorlar.
Meselenin düğüm tarafı da burası galiba. Kişisel hazları önceleyen anlayışa hep birlikte destek oluyoruz. Sistemin görüntüler üzerinden sunduğu mutluluk tarifini muhakeme etmeden hayata geçiriyoruz. Ne giyeceğimiz, nasıl davranacağımız, hangi kelimelerle düşüneceğimiz, hayatımızı ne şekilde düzenleyeceğimiz, sistem tarafından her gün yeniden tanzim ediliyor.
Çocuklarımıza kep fırlatamayınca kıyamet kopmayacağını, “yokluğun” felaket demek olmadığını, mutluluğun her isteğimizin yerine getirilmesiyle sağlanamayacağını anlatabilen eğitim sistemimizi oturtamadık.
Onlara günübirlik hazların geçici olduğunu, sonsuza uzanan güzelliklere yönelişin huzurunu ayak üstü anlatamayız. Üstelik sanal alemin bizlerin sözünden daha etkili olduğu zamanımızda.
Eğitim konusu genellikle bireysel düzeyde ele alınıyor. Çocuğun kişisel gelişimi, yeteneklerinin açığa çıkarılması gibi. Sağlıklı bir eğitim için gerekli ama tek başına yeterli olmayan metotların yeniden taranması gerekir. “En büyük sensin” iddiasını taşıyan egosu şişirilmiş insan modeli eğitimin hedefi olmamalı.
Sivil kuruluşlar, keşke proje ve programlarını insan hayatında fizikî ihtiyaçlar kadar manevî donanımın önemini de vurgulayarak hazırlasalar. Ve sen aziz okuyucu; eğitim sisteminin yeniden yapılandırılmasında hep birlikte sesimizi duyurmaya var mısın?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.