Bilinmeyeni olmayan çok bilinmeyenli denklem!..
Kürt sorunu mu PKK sorunu mu ya da PKK'nın bir Kürt meselesi yok da Kürt meselesinin bir PKK sorunu mu var? Necmettin Türinay'ın Yeni Akit'te dile getirdiği gibi Karayılan meselesi PKK'da yeni bir liderlik döneminin başladığını ya da başlayacağını mı gösteriyor? Olayın bir mezhepsel boyutu da var mı? Yani Karayılan sonrası örgütün yönetimi Suriye ve İran'a yakın isimlerin eline mi geçecek? PKK üzerinden Türkiye içindeki bazı merkezler birbirlerini hırpalamaya mı çalışıyor?
Bir diğer ifade ile geçmişte PKK ile içli dışlı olduğu ortaya çıkan derin devlet varlığını hâlâ sürdürüyor mu? Bu sorulara bir başka iddiayı daha eklemek mümkün. O da Vatan Gazetesi'nin dünkü nüshasında yer alan PKK üzerine USAK Kurucusu ve Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner ile yapılmış söyleşinin başlığı ile ilgili Laçiner'in söyleşisi gazetede, "Amerika, Türkiye'yi değil PKK'yı seçti" başlığı altında verilmişti. Bu da 1 Mart tezkeresinin reddedilmesine bağlanıyor ve Laçiner olayı şöyle izah ediyordu:
"1 Mart tezkeresi çok etik, çok havalı bir karardı. Amerika'nın yüzüne şak diye bir tokat gibi indi. Ama Türkiye'ye bedeli çok ağır oldu. 2003'ten bu yana verilen şehitlerin büyük oranda müsebbibi 1 Mart tezkeresidir. 1 Mart tezkeresi Türkiye'nin Amerikan'ın başına çuval geçirmesidir.
Biz çuvalı geçirdik, onlar da bizim başımıza çuval geçirmeye, çorap örmeye başladılar. Türkiye'nin başına çuval geçiren Amerika bugüne kadar kaç PKK'lının başına çuval geçirdi! Amerika nedeniyle bugüne kadar burnu kanamış tek bir PKK'lı bile yok! Bu Amerika'nın kimi seçtiğinin en açık delili!"
Laçiner'in bu tespitine sonuna kadar katılmakla birlikte Amerika sadece 1 Mart tezkeresinin reddi ile PKK'ya sahip çıkmış, kol kanat germiş değildir. Terör örgütünün kuruluşundan bu yana gerektiğinde ileri sürmek, kullanmak üzere desteğini hep sürdürmüştür. Denebilir ki bölgesel olaylarda terör örgütünü Amerika elinde bir koz olarak tutuyor, yeri geldiğinde devreye sokuyor. Buna karşılık 1 Mart tezkeresinin reddi belki olayı bir intikam duygusuna çevirmiş olabilir.
Bu arada aynı konu ile ilgili olarak Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Mazhar Bağlı ile yapılan röportaj Star Gazetesi'nde "Barışa yaklaşınca kan dökmek PKK adetidir" başlığı altında verilerek son terör olaylarının barış ortamını sabote etmeye yönelik olduğuna vurgu yapılıyordu. Doç. Bağlı daha sonra "PKK'nın bir kürt meselesi yoktur ama Kürt meselesinin bir PKK sorunu vardır. Kürt siyasilerin sözü bitse de çözüm devletin masasında" diyor.
Konu ile ilgili okunması gereken iki röportajın detaylarına girecek değilim. Ancak, sorun tüm medyanın gündeminde önemli bir yer tutuyor. Hemen her köşe yazarı olayı bir köşesinden gündeme getiriyor... Nasuhi Güngör de dünkü yazısına , "Kürt Gladiosu ile Kürtler hesaplaşmalı" başlığını atmış konuyu masaya yatırmıştı. Güngör yazısının bir noktasında şöyle diyordu :
"Kendisini Kürt siyasetinin sahibi kabul eden aktörlerin bir kısmı suskunlukla, bir diğer kısmı zoraki kınamalarla süreci geçiştirme gayretindedir. Gün bugündür; Kürt çocuklarının kanı üzerinden siyaset yapmaktan rahatsız değillerse sorun yok. Ama 'PKK içindeki PKK'ya dur diyecek cesareti gösteremezlerse, hepimizin canı daha fazla yanacak."
Hemen herkes teröre bir köşesinden yaklaşarak meseleyi izaha çalışıyor. Elbette her yazıda bakış açısına göre doğrular vardır. Ancak, olayın bütününü kucaklamaktan uzaktır. Çünkü herkes kendine göre olayı ele alıyor ve izaha çalışıyor. Denebilir ki her yazıda bir bilinmeyen gündeme getiriliyor ve izah ediliyor. Bu yönüyle olaya baktığımızda çok bilinmeyenli bir denk gibi görünüyor ama işin doğrusu bilinmeyen tarafı yok. Sadece şartlar ve gelişmeler olayın bütünü göz önünde bulundurularak üzerine gidilmesine engel oluyor. Bunun elbette iç ve dış boyutu var. Bazen karşımıza Amerika çıkıyor, bazen komşularımızın hesapları bazen, derin devlet, bazen de Kürt Gladiosu çıkıyor..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.