Toplumsal çözülmenin aile boyutu
Kadına dönük şiddet eylemlerinin giderek artması ister istemez kadının erkeklere karşı korunması taleplerini gündeme getiriyor. Özelliklede devletin kadını gerektiği gibi korumadığı ya da koruyamadığı ileri sürülüyor.
Bir kadını kocasına karşı devletin nasıl koruyacağını ise kimse gündeme getirmiyor, çözüm söylemiyor. Kadının ya da erkeğin korunması için ortada hiçbir sebep ve şikayet yokken devletin harekete geçmesi mümkün olabilir mi? Elbette şikayet olduğu, korunma talep edildiği halde devletin bu görevini yapmamış ya da yapamamış olması devletin zaafıdır; buna bir itirazım yok.
Bu sorunun cevabı üzerinde biraz duralım ve düşünelim istiyorum. Çünkü, ülkemizde olay sadece kadına yönelik şiddet eylemlerinin artmasından ibaret değil. Buna karşılık erkeğe karşı şiddette söz konusu. Şiddet deyince meseleyi sadece silahla ya da bıçakla karşı tarafa saldırmak olarak düşünmemek gerekiyor. Bunlar kullanılmadan da eşimize ister kadın ister erkek olsun hayatı zindan etmek mümkündür.
Olayı kadına dönük şiddet açısından ele alacak olursak bu tür olaylar genellikle dağılmış ya da dağılmakta olan ailelerde ortaya çıkıyor. Bunun istisnaları elbette yok değil. Bunda geleneksel anlayışın rolünü unutmamak gerekir. Özelliklede geleneksel anlayışın toplumda çözülmeye başlaması ile ortaya çıkan çatışmaya direnenlerin yaşadığı sıkıntı zaman zaman patlamaya dönüşüyor. Hemen belirteyim ki hiçbir sebep bir hayata son vermenin gerekçesi olamaz. Anlaşamıyorsanız ayrılırsınız mesele böylece kapanır diye düşünülebilir. Ancak, zaman zaman insan beyninin sigortasının atması bir kör nokta oluşturabiliyor ve o andan itibaren akıl ve mantık devre dışı kalıyor.
Ülkemizde her gelen yılda bir önceki yıla göre boşanmalar artarken evlilikler oransal olarak azalıyor. Yani aile çatırdıyor. Evlilik giderek kutsallığını yitiriyor. Buna birde kapitalist sistemin tüketimi körükleyen telkinleri ve dayatmaları eklendiğinde aile içinde önce ekonomik dengeler bozuluyor, bunun arkasından psikolojik çözülmeler gündeme geliyor. Bu bakımdan toplumumuzda önce ailenin kurtarılması, aileyi geçmişin değerli yerine oturtmak gerekiyor.
Bu mümkün mü diye soracak olursanız Batı taklitçiliği ile bunun sağlanması mümkün değil derim. Çünkü bu insanımıza yıllarca ideal toplum olarak Batı gösterildi. Kendi değer yargılarımız kötülendi, alay konusu edildi. Artık kadın erkek ilişkisi sadece bir takım isteklerin tatmini noktasına indirgendi. Bununda ötesinde artık toplumda aşk anlamını yitirdi onun yerini seks aldı. Seks için de geleneksel toplumumuzda olduğu gibi evliliğe gerek kalmadığı gibi bir anlayış yaygınlık kazınınca aile temelleri artık çatırdamaya başladı.
Bu noktada devletin öncelikli görevi kadını mı yoksa aileyi mi korumak gibi bir yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan çıktı söylemine saplanacak değilim. Kadınsız aile olamayacağına, ailenin temel taşı kadın olduğuna göre aslında aileye sahip çıkmak -eğer mümkün olacaksa- bana göre kadına ve özellikle çocuğa sahip çıkmak anlamına gelir.
Aileyi kadın, erkek ve çocuk diye ayırmak baştan yanlış bir yaklaşım olur. Bu yaklaşım aileyi moleküllerine ayırmak demektir ki o zaman ortada aile kalmaz. Bu bakımdan toplumsal her türlü çözülmeyi önlemenin esas ortamı ailedir. Bu bakımdan bana göre toplumda sadece kadına karşı değil birbirimize yönelik şiddetin artmasının temelinde toplumda Batı'ya benzeme sevdasının oluşturduğu değişim -isterseniz buna başkalaşım da diyebilirsiniz- bugün yaşadığımız sorunların temelini oluşturuyor. Yıllardan beri toplumumuz bir başka medeniyetin değer yargılarının saldırısı altında. Hem de bu saldırı devlet tarafından destekleniyor. İleri ve medeni olabilmenin şartı olarak Avrupalılara benzemek olarak görülüyor ve böyle takdim ediliyor. Kısacası toplumumuzda körüklenen kültürel başkalaşım ne olduğunu tam olarak tarif edemeyen fertlerden oluşan bir toplum haline gelmemize yol açıyor. Yaşanan çelişkilerin temelinde hatta artan şiddeti hazırlayan ortamı bu belirsizlik oluşturuyor. Çünkü, bir yandan Batı ideal toplum olarak takdim edilirken tarihin derinlerinden süzülüp gelen kendi kültürümüzün değer yargıları da genlerimize işlemiş durumda. Batılı olacağız isteği ya da olun dayatması ile toplumun değişemeyeceğini hesap edemeyen bir takım kimseler sebebiyle bir yandan aile dağılıyor, yeni aile birliklerinin kurulması gençlerimize angarya haline geliyor, öbür yandan toplumsal değer yargılarımızın ruhumuzda oluşturduğu birikim arasında kalmış bir toplumdan sağlıklı bir gelecek beklemek sanıyorum doğru olmaz. Bu bakımdan toplumumuzda cinnet halini almakta olan şiddet temayülünü sadece kadına dönük şiddet ile sınırlandırmak meseleyi doğru değerlendirmemizi engeller.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.