Hayattaki fazlalıklar hayatı eksiltiyor

Hayattaki fazlalıklar hayatı eksiltiyor

Kendisi de öğretim üyesi ve yazar olan Richard Burgin’in ünlü yazar Jorge Luis Borges’la, sağlığında yaptığı söyleşilerden derlediği kitabı okurken, birkaç soru ve cevabı bir hayli ilgimi çekti.
Borges, evrenin sonsuzluğu ve ondaki metafizik sırlar üzerinde düşünmenin öneminden söz ederken Burgin ona, “İyi ama insanlar zamanlarını evrendeki mucizeler üzerinde düşünerek geçirseler, belki bugünkü uygarlık ve teknoloji düzeyine erişemezler, gelişim için gerekli olan işlerden hiç biri yapılamazdı” diyor.

Borges’in cevabı harika:

“Ama bence günümüzde gerektiğinden çok fazla iş yapılıyor!”

Teknolojinin ve ona bağlı olarak yapılan yığınla modern üretimin aynı zamanda insanlığın sonunu getirecek ya da onu yaşamı boyunca cenderelere sıkıştıracak olumsuz bir ortamı da hazırladığını görmüyor muyuz?

Her geçen gün insanların daha çok kulu-kölesi olmaya alıştırıldıkları yığınla teknolojik alet ve bunların sağlıktan mimari zevklere, insan psikolojisinden evrenin ekolojik dengesinin tahribatına kadar bir dizi alanda, değişik çapta başkalaşımlar gerçekleştirdiği hangimizin meçhulü?

Gerçekten de modern insan birçok şeyi o kadar da “gereğinden çok” yapıyor ki!

Misal, nedir bu şehirlerdeki çılgın yapılaşma?

İnsana yürürken sükunet bahşedecek meydanları hızla yok eden, şımarık, küstah, doyumsuz yapılaşma?

Yüksek, daha yüksek, en yüksek kuleler inşa etme hastalıkları?

Birkaç yıl önceydi..

Bir yılbaşı gecesinde bir diplomatın yanında sekreter olarak çalışan 33 yaşındaki bir kadın, New York’ta yaşadığı binanın 38. katından atlayarak intihar etmişti.

Tanıyanları tarafından yalnızlık duygusundan şikâyetçi olduğu belirtilen kadıncağız, ihtimal herkesin çılgınca eğlendiği bir gecede kendi yalnızlığını bir hayli abartmış, ruhunu derin vesvese ve isyanların boyunduruğuna hapsetmiş ve gencecik çağında 38. kattan bırakmıştı bedenini asfalta ve etrafında bir kan halesiyle yapışıp kaldığı soğuk zemine.

Düşünmüştüm; her türlü sorunun ötesinde, bir insanın 38. katta yaşaması bile zaman zaman ölümü sevimli görmek adına başlı başına bir tahrik nedeni değil midir?

Hiç düşünüyor muyuz acaba, 38. kattan yere bakan insanlar ne hisseder?

38. katta yuva olur mu?

İnsan mı bu, kuş mu?

İnsan yuvası mı yapıyoruz, kartal yuvası mı?

Yüksekte, daha yüksekte, en yüksekte olmak, ruhumuza hangi egoist duyguları, hangi yalancı kaçışları, hangi Firavni münzeviliği veriyor da, bu kadar “yükseklik tutkunu” oluyoruz?

Bu kadar da “fazlalık” olur mu?

Şimdi bazıları, gökdelenlerde yaşayan herkesin intihar etmediğini, kadıncağızın başka sorunları olduğu için ölümü seçtiğini söyleyebilirler.

Doğrudur ama benim vurgulamak istediğim, bu tür yapıların, zaten çeşitli manevi sorunlarla yaşayan insanlar için ayrıca bir sorun kaynağı, ayrıca bir tahrik unsuru olabileceği yönündedir.

“Fıtrilik” diye bir şey olmamalı mı hayatımızda gözeteceğimiz?

Allahaşkına söyleyin; 38. katta yaşamak fıtri midir?

çalışmak, üretmek, çoğaltmak elbette güzel ama Borges’in dediği gibi;

İnsanlar da “çok fazla” iş yapıyorlar günümüzde!

ölümü hatırlayarak, ölüm gerçeğini gündelik eylemlere istinat noktası yapmak, aynı zamanda bir hayat sevincidir aslında.

Bir mezarlığın yanından geçerken içinde intihar duygusu oluştuğunu söyleyen hiç birine rastlanmadı bu ana kadar.

Buna rağmen, insanlar genelde mezarlık yanından ev almak istemezler. Evlerinin penceresinden mezarlığın görülmesini, yaşam zevkini azaltan bir faktör gibi değerlendirirler.

Kutsalı, aşkın değerleri, metafiziği yaşamlarından uzaklaştırdıkça salt fizikselliğin sert, soğuk ve ruhsuz labirentlerinde ölümüne yolculuklara çıkıyorlar halbuki.

Sadece üretme ve kazanmaya dönük canhıraş bir uğraş.

Her üretimde biraz daha bozulan dengeler, biraz daha artan tutsaklıklar, biraz daha artan yıkımlar, biraz daha büyüyen boşluklar.

Ve yalnızlıklar ve derin iç burkuntuları ve bunalımlar ve çürüyüşler ve zulümler...

Küçüklükten beri görme sıkıntısı çeken ve ömrünün son 31 yılını ise tamamen kör geçiren Borges’in “Gözlerinizi yitirdikten sonra en çok neyi özlediniz” sorusuna verdiği cevap da bir hayli etkileyici:

“Kitaplara göz atmayı çok özledim. Eskiden en büyük zevkim kitapçılara gidip kitapları elime alıp şöyle yapraklarını çevirerek göz atmaktı. Şimdi yardımcılarım bana istediğim kitabı okuyorlar ama onlara, şu kitaba benim için bir göz atın, diyemem ki!”

İşte can alıcı bir soru size:

“Acaba gözlerimiz sadece bir şeyi okumak için mi lazım bize, yoksa herhangi bir şeylere gözatmak için de mi?”

Sabah akşam habire bir şeyler üretmek, habire bir şeyleri çoğaltmak, habire bir şeyleri geliştirmek uğrunda göz feri döken insanlar, acaba o gözlerin kendilerine görmenin yanı sıra “göz atmak” için de bahşedilmiş olacağını akıllarına getiriyorlar mı?

Evet, Borges haklı:

Bu insanlar gerçekten de gereğinden çok fazla işler yapıyorlar.

Bir Arap atasözünde denildiği gibi;

“Fazlalık noksanlık gibidir.”

Mutluluğu ve huzuru sadece “yapmak”ta bulan modern insanın anlaması gereken şu gerçek, en az gökdelenler kadar girmeli gözlerimizin ve ruhlarımızın derinliğine:

Huzur ve mutluluk için “yapmamız” değil, “yapmamamız” gereken çok şey var!..





Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi