Sürdürülebilir yaşam
2 ve 4 Aralık 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, her çevreden her yaşta, her insanın bugününü ve geleceğini yakından ilgilendiren hayati konularda, katılımcıları görsel aracılığıyla bilgilendiriyor, düşündürüyor. Festivali düzenleyenler bu etkinlikten beklentilerini şöyle özetliyorlar, “Bütüncül bir bakışla katılımcıların içinde bulunduğu gerçekliği algılamalarını ve neden sonuç ilişkilerini kurabilmeyi sağlarken çözüm üretmeleri için ilham vermeyi hedefleyen festival, izleyicilerini kaybolan kültürel ve biyolojik çeşitlilik, genetiği değiştirilmiş organizmalar, nükleer santrallar, madencilikle değişen coğrafyalar ve hayatlar, hastalıklı büyüyen şehirler, ekonomiler, endüstriyel olan her şeyin yarattığı türlü sorunlar... ve bunlara karşılık yeni düşünce biçimleriyle dünyanın her köşesinde ortaya çıkan dönüşüm hareketinin umut veren belgeselleriyle buluşturacak”.
Beslenme ve organik gıda konusunda bilgilerinden istifade ettiğim sevgili Emine Şahin teşvik etmeseydi o etkileyici belgesellerden haberdar olmayacaktım. Festivalin ilk gününde Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir ve Permakültürde Toprak belgesellerini seyrettim.
Ucu Olmayan Şehir, İstanbul üzerinden çarpık şehirleşmenin ve fıtrata aykırı neo liberal politikaların sebep olduğu yıkımlara, gelişme adına insanlığa ödetilen ağır bedellere esaslı vurgular yapıyor. İstanbul artık takip edemediğimiz bir hızla yükselen gökdelen yığınlarının şehri oldu. Gökdelenler nedense insana firavunları hatırlatıyor. Daha doğrusu firavunlaşan nefisleri. Dünyaya tepeden bakıyorsunuz.
Gökdelen hayatının insan üzerindeki etkilerinin psikolojik tahlilleri henüz yapılmadı, ama gelecekte ruh hastalıklarının sebepleri arasında yer alması uzak bir ihtimal değil. Mahalle hayatının sıcaklığı, insanların yakın ilişkileri artık, bir zamanlar diye başlayan hikâyelere karışacak. Gökdelenlerin dünyası, parasal gücün dayattığı sentetik hayatlar üretiyor. Bir yandan da ne maldan ne candan misali kara mizah yaşıyoruz. Geçmişte kurduğumuz şehirler nasıl bir hayata talip olduğumuzun göstergesi. Şimdi ise betonlaşmış şehirlere evet diyorsak neticelerinden şikayete hakkımız yok.
Topraktan gelip toprağa dönecek olan insanın hırsı, emanetin değerini bilmesine fırsat tanımıyor. Kendi halinde bırakıldığında yeryüzü, bütün halinde ve uyumlu şekilde devamlılığını, yenilenmeyi bünyesi içerisinde sağlayan bir sistem. İnsanoğlunun endüstri adına tabiata yaptığı müdahaleler giderek yaşamın tükenişine sebep oluyor. Permakültür tasarımcısı, öğreticisi ve uygulayıcısı olan Geoff Lawton toprakla ilgili belgeselde “nasıl bu hale geldik?” sorusunu soruna bulduğu çözümlerle cevaplıyor ve önemli olan toprak değil toprağın içerisindeki hayattır diyor. Hayatla bağlarımızın temelinin toprağa dayandığını vurguluyor ve gerçek ortaklığın toprakla yaptığımız ortaklık olduğunu belirtiyor.
Sürdürülebilir yaşam festivali, insanlık adına dünyanın geleceğini dert edinen ve çözüm üretmenin yollarını arayan gönüllüleri buluşturuyor. Garaudy, “Çıkar gözetmeyen eylem estetik olur, insanın İlâhî bütüne ve âhenge katılımını sağlar” diyor. Bu tarz etkinliklerde gözüm kendi çevremden tanıdık simaları arıyor. Bu konular sahip çıkmamız gerekmez mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.