Ekonomi büyürken cari açıkta rekor kırmak normal mi?
Büyümek üretimde, fert başına düşen GSMH'da artış demektir. Bu ise zenginleşen bir ülke anlamına gelir. Milli gelirin paylaşımında yaşanan her türlü aksaklığa rağmen genel bazda ülkenin zenginleştiğini söylemek mümkündür. Ne var ki dünya üzerinde en hızlı büyüyen ikinci ülke olmamıza karşılık geçen 12 aylık dönemde gerçekleşen 78.6 milyar dolarlık cari açık bizi büyümenin temel dinamikleri üzerinde ciddi olarak düşünmeye itmelidir. İlgililerin ve iktidar yanlılarının büyümede rekor kırdık diye sevinmelerine bir itirazım yok ama bu rekor seviyedeki büyüme ülkenin borçlanmasını artırıyor olmasını görmezden gelmeleri sağlıklı bir yaklaşım olamaz.
Bu köşede sıkça temas ettiğim bir konu, ürettiğimizden fazla tüketiyor olmamızın ülkemizi giderek dış müdahaleye açık hale getirdiğidir. Sürekli borçlanan bir ülkenin ne kadar büyürse büyüsün dışa karşı dik durmasının zor olacağını görmek durumundayız. Çünkü, borç verenler bunu hayır olsun diye yapmıyorlar.Verdiklerini fazlası ile almanın peşindeler. Böyle olunca da verdikleri borcu fazlası ile bir şekilde almak durumundadırlar. Bunun çeşitli yolları vardır. Bu yollardan birisi geçmişte yaşadığımız Düyun-u Umumiye bugün ise IMF ve Dünya Bankası gibi uluslar arası finans kurumlarının gözetimidir.
Bu yılın ilk 10 ayında cari açık 65 milyar doları, geçtiğimiz 12 ay itibariyle de 78.6 milyar doları aşmış ise bu açığın bir yerlerden karşılanması gerekiyor. Bunun günümüz dünyasında çeşitli yolları vardır. Bir kısmı doğrudan dış borçlanma ile bir yandan sıcak para girişiyle karşılanır. Elbette bu girişlerin devam etmesinin ilk şartı getirdiklerine en yüksek geliri elde etmeleridir. Bu ise ülkenin sürekli olarak borçlanmasını gündeme getirir. Çünkü borçların faizlerini ödemek bile ülkemiz için büyük bir külfet haline gelmiştir. Diyebiliriz ki borcun zamanı gelen taksitini değil, faizini ödemek için yeni borçlanmaya ihtiyaç duyuluyorsa böyle bir noktada büyümde kırılan rekor ile avunmanın fazlaca bir anlamı yoktur.
Kafama takılan bir başka husus ise belli ki büyümemizin temelini ithalat oluşturuyor. Ya da üretimimiz tüketimi karşılamadığı için ithalata ağırlık vermek durumunda kalıyoruz. İthal edilen mallar üretimde kullanılıyor ise bundan bir katma değer elde edilmesi gerekir. Yani 5 ithal etmiş ve bunu üretimde kullanmış isek bunu satarken daha fazla elde edilmesi gerekir. Aksi halde zararına satış gündeme gelir ki bunun anlamı yoktur. Bu noktada cari açığı önlemenin görünen bir diğer yolu ithalatın sınırlandırılmasıdır. Yani ürettiğimizden fazlasını tüketmeye bir sınırlama getirilmesi gerekiyor. Bir takım lüks tüketim mallarındaki vergilerin artırılması yoluyla bir sınırlama getirilmeye çalışıldı ama görünen o ki bu tedbir yeterli olmamıştır. Denebilir ki globalleşen dünyada böyle bir sınırlandırma mümkün olmaz. O zaman iktidarların kendi toplumlarına karşı samimi olmaları, bir takım ekonomik rakamlara sarılarak toz pembe tablolar çizmemeleri gerekir. Çünkü, iyimser açıklamalar ekonominin iyi yola girmesini,ülkenin borçlanmadan kurtulmasını sağlamıyor.
Cari açığın 2012'de 55 milyar dolara gerileyeceğine dair tahminler yapılıyor. Bu bile ülkemiz açısından tehlikelidir ve ekonomide dışa bağımlılığımızın süreceği anlamına gelir. Cari açığın miktarı ne olursa olsun borçlanmaya devam edeceğiz demektir. Halbuki öncelikli hedef mevcut borç stokunun azaltılması olmalıdır. Çünkü, borç stoku artmasa sabit kalsa bile yılda ödenmek zorunda olunun faiz miktarı 60 milyar dolar civarındadır. Yani ülkenin tüm kaynaklarını sadece faiz ödemelerine tahsis etmek durumda kalacağız anlamına geliyor. Bu bakımdan Batı tipi ekonomik modeller bize uygun değildir. Bize uygun ekonomi modelini bir an evvel hayata geçirmek durumundayız. Elbette bu iş sanıldığı kadar kolay değildir. Olayın makro ekonomi boyutunun yanında ferde dönük boyutu da vardır. Bu boyut fert planında insanımıza ürettiğinden fazla tüketmemek gibi bir alışkanlığın kazandırılmasıdır. Bugün gerek tüketici kredileri gerek banka kartları yoluyla insanımız kazandığından fazlasını harcamaktadır. Bunda elbette gelir yetersizliğinin de önemli payı vardır... Fertlerdeki bu hal aynen ülke ekonomisi içinde geçerlidir. Alınan borçların faizleri değişik kaynaklardan temin edilen borç ve ülkeye giren sıcak para yoluyla döndürülebilirken ekonominin sağlıklı olduğu gibi bir hava estirilmesi gerçekçi olmaz. Halbuki alınan borçlar bir gün ödenecektir, borcu verenler bunu isteyeceklerdir. İstemeseler bile düzgün bir şekilde faizini tahsile devam edeceklerdir. Sıcak paranın ise geldiği gibi ne zaman gideceği de belli değildir. Bu arada nereden girdiği belli olmayan dövizlerde ekonomimizde yaklaşık açıklanan verilere göre 14 milyar dolar civarındadır Kısacası ülke olarak bir üretim seferberliği başlatmak durumundayız.Yoksa büyümede dünyada ikinci sırada oluşumuzun fazla bir anlam ifade etmediğini gördüğümüzde çok geç kalınmış olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.