Yuva sıcaklığı
Dışarıda yaşam ne kadar hızlı akarsa aksın camiler insanı hep sükûnete davet eder.
O yüzden eğer çok acelem yoksa camide oturduğum saatler uzadıkça uzasın isterim. Ara sıra usulca Kuran okuyan sesler duyarım. Genizden gelen o hafif sesler ruhlar âleminden haber veriyorlar sanırım. Necip Fazıl merhumun Evim şiirinden mısralar düşer yadıma; bir köşende anneannem dalgın Kuran okurdu/ karşısında annem sessiz gergef dokurdu. O şiiri her okuyuşumda, ahşap evlerle birlikte geriye dönüşsüz şekilde hayatımızdan çekilip gidenleri düşünürüm.
Namaz vaktiyse, cemaatle namaza durmuşsam, sonuna kadar beklemeyi yeğlerim. Cemaatle edilen duanın içimi daha bir doldurduğunu hissederim. Hele de Hoca Efendi sonunda güzel sesiyle uzunca bir aşr-ı şerif okursa. İçimden, Allahım, ne olur damarlarımda kan yerine bir daha beni terk etmemecesine şu mübarek ayetler dolaşsın diye dua ederim.
Geçenlerde bir ikindi namazı Beyazid Camiine gitmiştim. Yine bir yerlere kavuşmam gerekiyordu. Niye bu telaş, nereye kavuşuyoruz bilmem ki? Sanki camide kaldığımız o beş, on dakikalık zamanda dünyanın işlerini halledebilirmişiz gibi. Gaflet ki, ne gaflet. Oysa oradan aldığımız gıda, bizi toparlamış olduğundan işimiz daha bir kolaylaşır. Camiden iyi terapi merkezi mi olur? Tabii önce buna inanmak lazım.
Her neyse, biz yine Beyazid Camiine dönelim. Oradaki huzurdan kopmak içimden gelmedi, on dakika geç kalsam kıyamet kopmaz dedim, oturdum. İyi ki de oturdum. Hoca Efendinin sesi dalga dalga camiyi kapladı. Hani yüreğe dokunup insana Allah, Allah dedirten seslerden. Sanki o ses kulaklarımıza değil içimize aktı, nefsimizi yıkadı.
Çok etkilenerek dinlediğim zaman, ayetlerin mealini de merak ederim. Bu kadar etkileniyorsam, mutlaka almam gereken bir öğüt de vardır derim. Hoca Efendiye hangi sureden okuduğunu sormak için cemaatin dağılmasını bekledim. Tahrim sûresinden altıncı, yedinci ve sekizinci ayetleri okumuş. Eve gelince hemen meale baktım. Korku ve ümit yan yana. Kula düşen, kalpten inanmak ve rızaya uygun davranmak. Nasıl olsa Allah affeder, hafifliği edebe aykırı. Kul hakkında hüküm yalnız Allaha mahsus.
Bu gün Noel kutlamalarıyla ilgili bir yazı yazmayı düşünmüştüm. Bana mı öyle geliyor, herkesin fark ettiği bir şey mi, bilemiyorum. Ama sanki düğmeye basılmış gibi hızlandırılmış bir program devreye girmiş. Müslüman mahallesinde salyangoz satmak abesliğinde görüntülere şahit oluyoruz. Meselâ Üsküdar gibi muhafazakâr bilinen bir semtte sokak aralarındaki evlerin pencerelerine tırmanan Noel Baba bebeklerine ilk defa bu sene rastlıyorum. Yere yaydığı tezgâhında ışıltılı Noel Baba külahları satan satıcıların bir ikisine, bunları alan var mı, diye sordum. Benimki de soru mu yani, alan olmasa satar mı? Aslında niye satıyorsun, demek istiyordum. Ekmek parası, karşılığını alacağımı bildiğimden soru boğazıma düğümlendi.
Biz niye böyle her sunulana hurra koşturan bir millet olduk? Bu şuursuzluğun sebebi ne? Minik ampuller yanıp sönen kırmızı külahları çocuklar ana babalarına ille de isterim diye tutturduklarında, onların tercihini daha güzel bir şeye yöneltmekten aciz miyiz? Noel Babayı Hıristiyanlar bile bizim kadar allayıp pullamıyorlar.
Bir gecelik şamatalar bize şifa olmuyor. O yüzden camileri yazmak istedim. Aile ocağından ileri bizi sıcaklığıyla kuşatan, sonsuzun huzurunu duyuran mekânlarımızı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.