İran-Türkiye: Mûkabil zorluklar
Said Celîli, İranın nükleer baş müzakerecisi!.. Yani Avrupa Birliği ile İran arasında cereyan eden Nükleer krize ilişkin, İran adına söz söyleme yetkisine hâiz İranlı yetkili!.. İşte bu kişi, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları yüksek temsilcisi Catherine Ashton ile buluşmasından önce, Türkiye tarafı ile görüşme ihtiyacı duyuyor ve Başbakanlıktan randevu alıyor.
Gerisini, siz de bilirsiniz;
Said Celîlî Başbakanlığa İran Büyükelçisi Behmen Hüseyin ile geliyor, bakıyor ki kapıda onları karşılayan herhangi bir görevli yok!.. Yani neresinden bakarsanız bakın, tam manasıyla diplomatik bir skandal!..
İsterseniz meseleyi biraz daha açalım:
Said Celîli, nükleer baş müzakerecilik görevinin dışında, aynı zamanda da İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri!.. Bu sıfatı biraz sadeleştirir ve daha anlaşılır hale getirirsek, şöyle bir şekle büründürebiliriz:
İran Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri!.. İfade böyle bir şekle döndürülünce de, bizdeki Millî Güvenlik Kurulu karşılığı bir kurumla karşılaşmış olmaz mıyız?
Yani bir yanda önemli kabine üyeleri ve Başbakan, öbür yanda da askerî cenah yani Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları!.. Tabii, kurulun başkanlığını da doğrudan Cumhurbaşkanı A. Gül yapıyor. Eskiden her ay, son bir-iki yıldır da, iki ayda bir toplanan en yüksek kurul!.. Daha açık ifade ile de devlet adına önemli kararların alındığı, yüksek politikaların belirlendiği en önemli platform!..
İşte Said Celîli böyle bir kurumun genel sekreteri. Dolayısıyla Said Celîliye sergilenen tavrın, İranın yüksek devlet katmanlarına kadar ulaşacağı da ortadadır. Hatta denilebilir ki bu tavır bile-isteye takınılmış ve İran Millî Güvenlik Kurulunun yüksek temsilcilerine özellikle ulaştırılmak istenmiştir. Çünkü Said Celîli gibi diplomatik dile vâkıf birisi bu mesajı almaktan aciz olamaz.
Hemen ifade edelim: İran yönetimine bu mesajı vermek isteyen Türk tarafı, Celîli ile buluşmasını kısa kesmek taraftarı da olmuyor. Çünkü Başbakan, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve Celîli arasında yapılan müzakere tam tamına iki saat sürüyor. Toplantıda Celîli, Avrupa Birliği ile yürüttükleri nükleer müzakereler hususunda İranın tezlerini aktarırken, Türk tarafı da Kahire toplantılarında İranın takındığı tutumu masaya yatırıyor. Yani Türkiye İranı Suriye konusunda hem bilgilendiriyor, hem de bir mânada köşeye sıkıştırıyor.
Daha mühimi de son aylarda cereyan eden, İran kaynaklı Türkiye açıklamaları masaya yatırılıyor. Bazen askerler, bazen basın, bazen de kamuoyu önderleri tarafından gündeme getirilen açıklamaların ne mânâya geldiği soruluyor Celîliye!.. Bununla da yetinilmiyor tabii ki!.. Bildiğiniz gibi Türkiye bir yandan ABD, öbür yandan AB ve BMler nezdinde, İranın en büyük arkalayıcısı ülke konumunda!.. Bu ortada ve bunu en iyi siz bildiğiniz halde, Türkiye aleyhtarı bu açıklamaların manası nedir diye soruluyor. Daha açığı da, İranın Türkiye konusunda ikili bir politika izleyip izlemediği test edilmek isteniyor.
İran Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterinin Türk muhataplarına verdiği cevapları tahmin zor değildir. İkinci bir husus olarak da, İran Dışişleri Bakanı ile devamlı temas halinde olan Davutoğlu da, İranla ilgili iç gelişmelere zaten vakıf olmalıdır. Öyle olduğu halde de, sayın Celîli üzerinden yapılan uyarmaların faydadan hâli olmadığını burada tekrar ifade edelim.
Diplomasinin birbirine olan mesajları devam ede dursun!.. Fakat burada bir de İranın yaşadığı bazı iç çelişkiler söz konusu ki, asıl onların unutulmaması gerekiyor. Şöyle ki Suriye probleminin uzaması, sırf Türkiyenin değil, İranın iç dengelerini de sarsmış vaziyette. Nasıl Türkiyede muhalefet ve bazı iç kuvvetler, Suriye üzerinden hükümeti köşeye sıkıştırıyorsa, kamuoyu bu yüzden ikiye bölünmüşse, İranın da benzer bir durumla karşı karşıya kaldığını hatırlamak icab eder.
Rusyanın, ABDnin ve Avrupa Birliğinin Suriyeye dönük desteğini iyi okuyan İran, kendisi de böyle düşündüğü için, ister istemez açık oynuyor. Fakat buna rağmen de resmi tezi itibariyle Türkiyeyi karşısına almak istemiyor. Ancak kendini bu noktada da tutamıyor. Mevcut İran yönetimine (Fars-Azerî karması bir yönetim bu) muhalefet halinde olan asıl Fars unsurlar durmaksızın yara kaşıyor, Türkiye aleyhtarı açıklamaların da bu yüzden ardı arkası kesilmiyor.
İşte İranda asıl ABD ile, İsrail ve Musevi lobileri ile temas ve dayanışma içinde bulunan gruplar bunlardır. Onlar kendilerine hem toplumsal destek sağlamak, hem de uluslararası sistemle dayanışmalarını kuvvetlendirmek için bir yandan Şiî infiratçılığına başvuruyor, öbür yandan da Türkiye ile İranın arasını özellikle açmaya çalışıyorlar. Siz sayın ki bu gruplar, yani asıl Fars ve Şiî gruplar, bizdeki liberallerin ve ulusalcıların İrandaki karşılıklarından başkası değildir.
Dolayısıyla bu noktada mevcut İran yönetiminin uyarılması yerinde olmuştur. Fakat realiteyi de iyi okuyarak, pire için yorgan yakmamak gerekmektedir. Çünkü böyle bir politika Türkiyeyi, İranın yalnızlığına itmekten başka bir sonuç doğurmaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.