Lozan ve cumhuriyet
Ortalık hareketli!.. Omurilikten konuşanlar da maalesef çok fazla!.. Fakat buna rağmen biz gene cumhuriyetle ilgili bir şeyler yazmayı deneyeceğiz. Bilindiği gibi çoğu çevre cumhuriyete sırf bir rejim meselesi olarak yaklaşıyor. İlgili tarihin (29 Ekim 1923) böyle bir yanı bulunmakla beraber, onu aşan bazı yanlarının da bulunduğu açıktır. O da bu takvim itibariyle Osmanlı devletinin tarihe karışması, onun yerine yeni bir devletin ikamesi hadisesidir.
Dolayısıyla 29 Ekim 1923 kutlamalarının altında sırf rejim değişikliği değil, bunun daha ötesinde, yeni bir devletin varlığının kabulü ve bunun dünya âleme duyurulması gibi duygu yatmaktadır. Yani tarihî bir imparatorluk sona eriyor, onun yerine de yeni bir devlet ikame ediliyor. İşte biz bunu başardık, yeni devletin kurucusu biziz, bunu da yedi düvele kabul ettirdik gibi bir tefâhür hissi!.. Dolayısıyla cumhuriyet kutlamalarının temelinde yatan asıl his budur. Hadisenin rejim değişikliği, saltanat yönetiminden halkın kendi kendini yönettiği(!) cumhuriyet sistemine geçiş tarafı ise, ferî tarafıdır. Fakat ilgili cumhuriyet kutlamalarında, hadisenin bu tarafı sürekli örtüldüğü için; hep rejim, çağdaşlık, batılılaşma ve devrimlerin önemi biçimindeki vurgulamalar bilhassa öne çıkarılıyor.
Netice olarak meselenin teatral tarafına fazlaca takılmadan, Osmanlıdan cumhuriyet yönetimine nasıl geçildiğini vuzûha kavuşturmak icabeder. Yani tarihin bazen öyle kırıldığı anlar olmaktadır ki, akıl-fikir alacak cinsten değil. Selçukludan Osmanlıya geçiş gibi, Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine geçiş de bu bakımdan önemlidir. Bu geçişi mümkün olabilen bir nesnellikle kavrayamazsak, bundan sonra cereyan edecek gelişmeleri temellendirmekte de bayağı zorlanırız. Öyleyse devam edelim:
Her şeyden evvel bu geçiş bir defada değil, kademeli bir süreç içerisinde gerçekleşti. Ama hadisenin başı da, sonu da doğrudan Lozan antlaşması ile ilgili!.. Milli Mücadele, pazartesi günü yazdığımız gibi, devam etmesi gereken bir noktada kesiliveriyor. Bunun ardından da Birinci Cihan Savaşının aldığı sonuçları tescil bakımından bir anlaşmaya ihtiyaç duyuluyor. 27 Ekim 1922de itilâf devletleri Lozanda bir araya geliyor ve aynı anda hem İstanbul merkezli Osmanlı hükümetini, hem de Milli Mücadeleyi yürüten Ankara hükümetini konferansa birlikte davet ediyorlar. Siz sayın ki iki başlı Türkiyeyi orada, adeta taviz yarışına sokmak istiyorlar. Bu arada; Ankara ve İstanbul arasında, Lozan konusunda temas ve haberleşmeler de eksik değil.
Fakat bakın ne oluyor? 27 Ekimde başlaması gereken konferanstan birkaç gün sonra, Ankara meclisine 83 imzalı bir önerge sunuluyor: Osmanlı devletinin sona erdiğinin ve Türkiye hükümetinin onun vârisi bulunduğunun ve Halifelik makamının kurtarılacağının karar altına alınması vs. İşte bu kararla Ankara hükümeti, Osmanlı devletinin sona erişinin yanı sıra, saltanatın boşluğa düştüğünü, buna rağmen halifeliğin kurtarılmasının da şart olduğu biçiminde bir politika geliştirmiş oluyor.
Enteresan olanı, bu tek taraflı kararın, İstanbul cenahındaki yansımalarıdır. Dolayısıyla bakın neler oluyor? Bir Kasım 1922 tarihli Ankara meclisinin aldığı karar üzerine, İstanbul hükümetinin başbakanı (sadrazam) Tevfik Paşa, 4 Kasımda istifasını veriyor. Aradan çok fazla bir zaman geçmeden de, 17 Kasım 1922de Sultan Vahdettin İstanbuldan ayrılmak durumunda kalıyor. İşte bu tercih, Osmanlı devletinin fiilen sona ermesi anlamına gelmektedir. Daha önemlisi de Lozan zemininde Ankara hükümetinin alternatifsiz kalması gibi bir sonuç!..
Burda tabii İstanbul hükümetinin niçin böyle bir yola başvurduğunun ve Sultan Vahdettinin İstanbulu terk etmesinin üzerinde ayrıca durmak gerekir. Bu trajik son kuşkusuz acıdır, fakat maalesef realite de bu şekildedir.
Bir başka husus iki başlı, iki ayrı devlet riskini ortadan kaldıran bu tercihin, hakkını da vermek gerekir. Ya da başlangıçta İstanbul adına hareket eden Milli Mücadele öncülerinin yaşadığı tarihî kopmayı iyi düşünmek!.. Bu nasıl ve ne zaman vuku buldu vs. Kuşkusuz İstanbulun bunun önüne geçebilecek bir gücü de kalmamıştı.
Tekrar Lozana dönecek olursak, müzakerelere tek taraflı olarak 24 Temmuz 1923e kadar devam ediyor. Alınan sonuçları ise Ankara meclisine kabul ettirmek imkânsız. Bunun üzerine işte o süreçte, bir nevi iç darbe vuku buluyor. Yeniden seçime gidilerek bütün muhalifler tasfiye ediliyor. Nihayetinde de 23 Ağustos 1923te Lozan kararları yeni meclis tarafından onaylanıyor.
İşte Lozanın bu tescil işleminin ardından da, 2 Ekim 1923te İngilizler İstanbulu tahliye ederek Ankara hükümetine teslim ediyorlar. Bundan sonra sırası ile cumhuriyetin ilânı, hilâfetin kaldırılması ve diğer devrimlerin yapılması birbirini takip ediyor.
Öyleyse tekrar başa dönersek, cumhuriyetin ilânının, rejim ve yönetim değişikliğinin ötesinde bir anlamı daha bulunmaktadır ki, o da Osmanlının yerine yeni bir devletin kuruluşunun ilânından başka bir şey değildir. Bir devlet sona eriyor, onun yerine yeni bir güç ve kadro devlete el koyuyor ya da devletliğini ilân ediyor. Ayrıca da bu yeni sınıf uluslararası bir tanınmışlığa muhatap oluyor. Dolayısıyla asıl kutlanan husus burasıdır. Fakat eski/Osmanlı devleti ile bu yeni devlet, yapıları bakımından birbirinden o kadar farklı idi. Eski monarşik yapıdan bir nevi halk idaresine geçiş gibi bir şey!.. Ancak saltanat yerine, halk idaresine dayalı yeni bir sistem ikame edilmiş olsa bile, özü itibariyle hadisenin böyle bir yanı bulunmamaktadır. Tam anlamıyla kapalı bir rejim ve tek parti sultasına dayalı bir sistem!.. Dolayısıyla yeni yapılanmayı, Lozanı muhafazaya dayalı örgütlü bir kapalı devre yönetimi olarak nitelendirmek herhalde yanlış olmaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.