Davul dinmez, bayrak inmez!
İşyerlerine yemek servisi yapan catering firmalarının verilerine dayanılarak yapılan bir araştırmada bu yıl ülkemiz genelinde oruç tutma oranı ortalama yüzde 32 olarak gerçekleşmiş.
Özellikle sosyolojik boyutlu istatistiklere fevkalade meraklı biri olduğum ve içinde yaşadığım toplumu yakından tanıdığıma inandığım için bu oran oldukça şaşırtıcı oldu benim için.
Oruç tutanların azlığına üzüldüm. Sokaklarda, caddelerde ve hatta Orta Anadolu’nun köylerinde bile oruç tutmayanların çokluğunu görmekte idim fakat Ramazan sevincime halel gelmesin, oruç coşkuma gölge düşmesin diye özellikle yeniden Türkiye’de bulunduğum son üç yıldır üzerinde fazlaca düşünmediğim o oran burnumun ucunda bitiverdi bu Ramazan.
Şimdi birçokları bu rakamın gerçekleri yansıtmadığını söyleyeceklerdir. Ancak dediğim gibi beni de şaşkınlığa uğratmasına rağmen üç aşağı beş yukarı bu rakamın gerçekleri yansıttığına inanıyorum.
Rakamlarla ilgili daha üzücü olansa son on yılda bu oranın yüzde kırktan yüzde otuz ikiye inmiş olması. Oysa genel kanı, Türkiye’nin son on yılda hızla muhafazakarlaştığı ve hatta İslamcı bir idareye evrildiği yönünde idi. Çapulcular bile daha dün tüm ülke sathını bunun için savaş alanına çevirmediler mi? Varsın tek dertleri bu milletin değerleri ile savaşmak olanlar, kabuslar görmeye devam etsinler, bizler korkunç bir hızla dejenere olmaya devam eden ahlak ve maneviyatımızı kurtarmanın yollarını arayalım.
***
Yurtdışında geçirdiğim uzun yıllar boyunca en çok zorlandığım zaman dilimi Ramazan ayları olmuştu. Sokaklarda kimsenin oruç tutmadığını bildiğin bir ülkede Ramazanı yaşamak, o heyecanı hissetmek, o coşkuyu yaşamak neredeyse imkânsızdı. Bırakın oruç tutmayı, Ramazan diye bir aydan, oruç diye bir ibadetten haberleri bile olmayan insanlarla birlikte çalışmak, iftardan saatler sonra ayaküstü oruç açmaktan daha zordu benim için.
Yurt dışında yaşamanın en zor tarafı, kimselerin haberdar olmadığı Ramazan diye bir ayda ezan sesi duymadan oruç açmaktır.
Gurbette, çoğunlukla mukabele ve teravih olmadan geçirilen bir zaman diliminin adıydı Ramazan. Evde oruç açma bahtiyarlığına erişilen az sayıdaki günlerde iftar sevincini hissedebilmek için eldeki tek malzeme olan televizyon ekranına yapışıp çoğu kez hayal kırıklığı ile mükedder oturulan sofraların adıydı Ramazan.
İşte bu yüzden Türkiye’ye dönerken yaşadığım en büyük mutluluklardan biri de herkesin oruçlu olduğu(nu zannettiğim) bir ülkede oruç tutabilecek, orucumu minarelerden yükselen ezanla ya da velvelesi tüm şehri saran iftar topuyla, sahuru da sokaklarda çınlayan davul sesi eşliğinde yapabilecek olmamdı.
Bu arada yeri gelmişken şunu da yazmadan edemeyeceğim. Malumunuz bizde her Ramazan ve bayram geldiğinde bozuk plak gibi eski Ramazanların güzelliğinden, eski bayramlardaki samimiyetten bahsedilir. Ancak ben bunun konuşacak bir şeyleri olmayanların ya da uzun uzadıya sohbet edebilmek için birbirlerini yeterince tanımayanların başvurduğu “Havalar nasıl gidiyor?” türünden bir muhabbet olduğunu düşünüyorum.
Daha birkaç dakika önce dinlediğim TRT radyolarından birinde eski bayramları yâd etmek için sanırım, Türkiye’de radyonun ilk kurulduğu yıllardaki bir bayram programının aynen tekrarı vardı. Sunucu, daha ilk cümlelerinden itibaren eski bayramların güzelliğinden dem vurmaya, o yıllardaki samimiyet ve yakınlığın şimdilerde yok olduğundan yakınmaya başladı. Eski edebi eserlerde de tıpkı şimdi olduğu gibi eski Ramazanların işlendiğini görüyoruz. “Eskiye rağbet olsaydı, bit pazarına nur yağardı.” modunda değilim ancak “Eski Ramazanları özlüyoruz.” denirken kastedilen, yani özlenen şeyin çocukluk yıllarında yaşanan Ramazanlar olduğunu düşünüyorum. Elbette eski Ramazanlar daha güzeldi, çünkü o zaman çocuktuk, saftık yani, tertemizdik. Oysa şimdi büyüdük. Artık o saflığımızdan da, tertemizliğimizden de eser kalmadı.
“Nerede o eski Ramazanlar!” diye konuşmaya başladık mı mangalda kül bırakmıyoruz ancak örneğin o Ramazanların en güzel an(ı)ları olarak yerli yerinde duran davulculardan rahatsız oluyoruz artık.
Bu Ramazanın başında üç dört günlük bir bekleyişin ardından sorduğumda site yönetiminin davul çalınmasını yasakladığını öğrendim. Oysa genelde dört tarafı dini bütün insanlarla çevrili bir sitede oturduğumu sanıyordum. Davulun tabi ki dinle bir alakası yok ama ya çok sevdiğimiz ve özlediğimiz o eski Ramazanlar? Dijital zamanların eski Ramazanları özleyen dindar çocukları bile, yahu bu devirde davulla uyanan mı var artık, diye düşünmeye başladı.
“Sabah mesaiye de gideceğiz, davulcu gecenin yarısı olmadan davula vurmaya başlıyor.” diye düşünenlere inat, ben gerekirse Ramazan boyunca uyumamayı da göze alarak davuldan ve davulculardan yana olmaya devam edeceğim.
Ramazan davulu, tıpkı ezanlar gibi bu ülkenin İslam yurdu olduğunu gösteren birer mührü, arşa yükselen minareler gibi birer tapusudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.