100 yıllık savaş
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının üzerinden 100 sene geçti. Bir çok konuyu ıskaladığımız gibi bu konuyu da hakkıyla tahlil etmeden seneyi mühürlemek üzereyiz.
Anlık fotoğraflar üzerine konuşmaktan süreçleri, son dakika haberleri peşinde koşmaktan asrımızı doğru okuyamıyoruz.
100 sene önce Osmanlı Devleti’nin şahsında İslam Dünyası’nı stratejik paylaşım sahası ilan eden ve 1916 Sykes-Picot ve 1978 Camp David Anlaşmaları ile bölgedeki statükoyu kurup sun’î sınırlarla siyaseti dizayn eden aktörler şimdi de gelişigüzel ördükleri duvarların yeniden imarını bölge halklarına bırakmamak için yeni ve daha kirli taktiklerle devredeler…
Sultan II. Abdülhamit’i ‘Kızıl Sultan’, ‘Gaddar Türk’ yaftalarıyla yıpratıp iktidardan eden ve yüz yıl önceki meydan okumalara karşı kurduğu direniş hattını çökerten Gladstone zihniyeti bugün de DEAŞ gibi popüler araçlar ve totaliter yönetimlerle ‘Şark’ın diriliş’ini boğmak istiyor...
ANAHTAR: MEŞRÛİYET
‘Şark’ın dirilişi’ tabirini duygusal bir okuma olarak görenler olabilir.
Oysa bu tür dönüşümler ve halkların tahavvülâtı üç-beş senede tamamlanmaz; on yıllar sürebilir.
“Arap Baharı kışa dönüştü” veya “Rabia bitti Sisi zamanı” gibi okumalar bölge demografisini dikkate almadan, oluşan yeni sosyolojiyi hesaba katmadan ve saha dinamiklerini gözardı ederek yapılan değerlendirmeler.
‘Şark’ın dirilişi’nin anahtarı ise ‘meşrûiyet’.
Onun için geçen sene 13 Temmuz’da Mısır’da gerçekleşen darbe ile 17 Aralık’ta Türkiye’de teşebbüs edilen darbe girişimini bu anahtarı bir kez daha işlevsiz kılma operasyonu gibi değerlendirmek mümkün.
Bu meş’um teşebbüslerle mücadele ise ‘meşruiyet’e gölge düşürmeden ve ilkeli, seviyeli ve kararlı bir tutumla devam ettirilmeli.
Zira darbeler ve vesayet mekanizmalarının zinde olduğu dönemler toplumsal hassasiyetin arttığı dönemlerdir ve darbelerin başarılı olması asker-sivil dengelerini siviller lehine bozduğu gibi ‘meşruiyet’e güç veren kodları da bozar.
HALKLAR BU SAVAŞI KAZANACAK
Bugünün yüz yıl öncesinden farklı yönleri var: İletişim imkânlarının artması, blok yapılarının kırılıp yerel dinamiklerin harekete geçmesi ve hepsinden önemlisi meşruiyet taleplerini fiiliyata aksettirecek bir tecrübe ve fikrî birikimin, genç bir nüfusun olması orta ve uzun vadede halkların yüz yıllık defteri zaferle kapatma ihtimalini artırıyor.
Yıllarca İslam Dünayası’nda demokrasi ve insan hakları zaafı olduğunu iddia edip bunu siyasi bir silah gibi kullanan Batılı ülkelerin İslam Dünyası’nda demokrasiye hazır olmadıklarını birçok yakın tecrübeyle gören Müslüman halkların zihinsel uyanışı da stratejik ve gerçekçi adımlar atmasına vesile oluyor.
Bu noktada Türkiye’nin süreci hızlandırıcı ve yönlendirici tarihi bir inisiyatif alma şansı var.
Ama, ‘seyirci’ değil ‘oyun kurucu’ olmak şartıyla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.