Suçluyu gizlemek, suça teşviktir
Partiler, siyasetçiler ülke için vardır. Hedef ülkeyi daha iyi yönetmek, refahı yaygınlaştırmak, sosyal barışı sağlamaktır. Dolayısıyla ülkeye zarar verecek hiçbir siyaset meşrulaştırılamaz.
Son yıllarda her şeyi devlet aygıtına yüklemek moda oldu. Birinin ayağı takılsa, yere düşse devlet içinde suçlular aranıyor. Devleti suç odağı haline getirmek öteden beri bölücü mihrakların bir mücadele biçimidir. Devlet ne kadar tahrip edilir, ne kadar itibarsızlaştırılırsa hedefe varmak o kadar kolay olur çünkü.
Aynı stratejinin izlerini Cizre olaylarında da görmek mümkün.
Laf arasında olayları bir devlet kurumunun çıkardığı ima edilerek güya olaylara karşı tavır sergileniyor. Gerçek suçluyu gizleyerek hayali zanlılar yaratarak onları suçlamak aslında olayları teşvikten, desteklemekten başka bir şey değildir.
Sokaklar kan gölü, ilçede tam bir isyan havası var, sloganlar belli, sokağa çıkanlar belli, yakan yıkanlar belli ama suçlu devletin istihbarat kurumu…
Sanki bu olaylar ilk defa oluyor, geçmişte terör örgütü benzer olayları hiç yapmamış gibi bir şaşkınlık bir hayret ifadesi hakim.
Bu ülkede 40 binin üzerinde insan terör örgütünün kurbanı oldu. Örgüt adına sokağa çıkıp hayatının baharında toprağa gidenler de terör örgütünün birer kurbanıdırlar.
Silopi’de, Yüksekova’da sayısız isyan denemesi oldu. Hepsi de duvara çarparak geri döndü. Cizre’de olanlar da aynı örgütün, aynı zihniyetin aynı stratejinin bir sonucudur. Suçluyu doğru tespit etmezsek onu teşvik etmiş, sokaktaki kaosun bir parçası oluruz.
Türkiye hükümeti birkaç yıldır terörün kansız çözümü için elinden geleni yapıyor. Bugüne kadar hiçbir demokratik ülkenin göstermeyeceği sabır, tahammül gösterilerek bu süreç ayakta tutulmaya çalışıldı.
İktidarın kan dökmemek, barışı sağlama hassasiyeti hep terör örgütü ve onun uzantıları tarafından bir zaaf olarak yorumlandı. Hükümetimiz barış için çabaladıkça bazı çevreler iyice pervasızlaştı.
Süreçle ilgili dirençlerin tereddütlerin ortaya çıkmasına vesile oldular. Bu iki yıllık dönemde toplum şunu daha iyi görebilme imkanına kavuştu, hükümetimiz barışı sağlamak ,yaraları sarmak için her türlü fedakarlığı yaparken, muhatabı durumunda olanlar her türlü bozgunculuğu, kışkırtıcılığı yaptılar. Güneydoğu insanı barış, demokrasi kavramlarını çokça kullanıp gerçek niyetleri başka olanları bütün çıplaklığı ile gördü. Barış isteyen sükuneti sağlamak, toplumu kışkırtmamak, kan akmasını önlemek için her türlü çabayı harcar.
Dilini, tavrını ona göre ayarlar. Kavga ve şiddetin dilini kullanmaz. Toplumu sokağa çağırarak hiçbir başarı elde edilmez. Toplumun önünde olanlar samimi olmazlarsa sokak durulmaz. İyi niyetli barış çabalarını zaaf olarak yorumlayıp, ülkenin birliği ile bağdaşmayan taleplerde bulunmak karşılık bulmaz. Çözüm ülkenin birliğini pekiştirme zemininde olur, onu ortadan kaldırma zemininde olmaz.
Bir yerde okunmuştum. Yıllar önce Malatya’da TÖBDER yürüyüş yaparken halk komünistler gelmiş diye şehir meydanına toplanıp TÖBDER’li öğretmenleri kuşatmış…
On binler sokakta. Başlarında Malatya’nın rahmetli belediye başkanı Hamido. Polis - asker rica ediyor, halk seni dinler şunlara bir sesleniver dağılsınlar. Hamido magefonu alıp Türkçe değerli Malatya’lılar dağılalım, askerimize polisimize zorluk çıkarmayın diyor. Magefonu bıraktıktan sonra da Kürtçe Leğın(vurun) diyor.
Şimdi bazıları Hamido taktiği yapıyor, halkın önünde mikrofonda demokrasi, barış diyor, arkadan vurun diye bağırıyor.
Ama toplum bu tiyatroyu görüyor, barış isteyenleri de toplumu kışkırtanları da biliyor…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.