Çatışma ve kaosa mahkûm muyuz?
Müslümanları ilgilendiren terör ve şiddet hadiseleri sonrasında siyasi ve sivil aktörlerin İslâm’ın ‘ne olmadığını’ anlatan ve vahşi terör teşebbüsleri ile İslâm’ın ilişkilendirilemeyeceğine dair açıklamalar yapması yahut “İslam barış dinidir” mesajları vermesi yeterli değil. Başta Türkiye olmak üzere, İslam dünyasının yeni ve kapsamlı barış formülleri geliştirmesi ve ‘barış inşâsı’ üzerine teorik ve pratik üretim yapan kurumlar tesis etmesi şart…
Barışı istemek yetmez, idrak, inşâ ve ihya etmek için dinamik bir şekilde çalışmak ve bu çalışmaları kurumsallaştırmak gerekir. Sonuçlar üzerinden yorum yapmak yahut politika belirlemek de çözüme giden yolda yeni sorunlar açmaktan başka işe yaramaz. Bünyenin kabul edeceği ilaçları hazırlamak, ‘fıtrat’ı tanımayı; sabırla ve îtinayla hareket etmeyi, âdeta bir sanatkâr titizliğiyle, ilmek ilmek halı dokur gibi çalışmayı gerektirir.
İslam Dünyası, yüzyıldır, daha çok siyasi bağımlılık, ekonomik gerilik, kültürel bunalım, totaliter ve otoriter yönetimler ve çatışmalarla gündeme geliyor. Hele son zamanlarda ‘şok edici’ infazlar ve terör eylemleri âdeta bu coğrafyanın insanlarından ‘barış’ı, kavram ve kurum olarak uzaklaştırıyor. “Ölen de öldüren de Müslüman” diye ifade edilen muğalatalı bir ‘şiddet sarmalı’na mahkûm edilen İslam Dünyası, ucunda ışık görülmeyen uzun ve karanlık tünellere sürükleniyor âdeta...
BARIŞI KONUŞMAK,BARIŞ İÇİN KOŞMAK
‘Barış çalışmaları’, ‘çatışma çözümleri’ ve ‘arabuluculuk’ üzerine çalışmalar bizde oldukça yeni. Ne kadar garip değil mi? Güzel isimlerinden birisi ‘Es-Selâm’ (barış) olan Allah’a inanan, ‘silm’ kökünden gelen ve ‘barış yapmak’ anlamına gelen İslâm’a mensup ve asırlarca barış içinde bir arada yaşama tecrübesine sahip bir medeniyetin mirasçıları, bugün çatışmalarla boğuşuyor ve kapsamlı bir barış formülü bulamıyor!
Suçu ve suçluyu dışarda aramak kolay ama kendimize dönüp bakmak ve “evimizin içini ne kadar düzene sokabildik, bu konuda ne yapıyoruz?” diyebilmek zor fakat tek çıkar yol. Kendi sorunlarımıza bile hâriçten ‘üçüncü göz’ aramak tehlikeli bir ontolojik açmazın göstergesi sözgelimi. Mısır, Suriye, Filistin, Arakan, Keşmir, Patani gibi kriz bölgeleri için hangi çözümleri üretebiliyoruz? Hemen her gün DEAŞ, Boko Haram, Eş-Şebab, El-Kaide gibi terör örgütlerinin infazlarını ‘flaş haber’ olarak yayınlamak ve lânetlemekle nereye gideceğiz? Ya bu örgütleri doğuran sebepler? Ya bu şiddet sarmalının ardındaki sosyolojik gerçekler? Ya çatışmalarda zedelenen insanımızın rehabilitasyonu?
BARIŞ ROMANTİK BİR KAVRAM DEĞİL
Barışı konuşmak da barış için koşmak da hem erdem hem cesaret işi… Türkiye, ‘dünyanın vicdanı’ olmaya ve bölgede bir istikrar ve barış adası tesis etmeye aday. “Her tarafı düşmanlarla çevrili”, “etrafı yangın yeri” ve “terör ve anarşiye mahkûm” gibi sıfatlarla tarif edilen ‘eski’ Türkiye’yi geride bırakmak istiyorsak şayet barış çalışmalarına daha çok mesai vermek zorundayız.
Kemal İnat, Burhanettin Duran ve Muhittin Ataman hocalarımın editörlüğünde 2002-2010 arasında 60 yazar tarafından hazırlanan, bir bölümüne benim de katkıda bulunduğum Dünya Çatışmaları kitabı (Nobel Yay.) bu sahada Türkçe yapılan ilk çalışmaydı. Daha sonra 2013’te Nezir Akyeşilmen’in editörlüğünde Barışı Konuşmak (ODTÜ Yay.) isimli eser piyasaya çıktı. Benzer birkaç eser dışında ne bir çalışma ne de sırf bu sahada faaliyet yapan bir düşünce kuruluşu veya enstitünün olmaması bile bizim için utanç verici bir durum.
Barış, romantik bir kavram veya ideal değildir. Dinamik, hakiki, gerçek ve aslî bir değerdir. Onun için uğruna bedel ödenmesi, mücadele edilmesi gerekir. Çatışma ve kaosa mahkûm değiliz. Barışı her ölçek ve sahada istiyoruz ve onun için savaşacağız…
Her perşembe, ‘barış yazıları’ ile biz de bu ‘savaş’a katkı sunacağız inşallah…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.